Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Zühd

Altınoluk Dergisi, 1994 – Nisan, Sayı: 098, Sayfa: 032

Tasavvuf ve sûfî kelimelerinin Kur’ân’da zikredilmemiş olması, tasavvufu tartışma ortamına çekmiştir. Daha sonraları “tasavvuf ve tarikat” adını alacak olan İslâm’ın ruh hayatının, önceleri “zühd” olarak yaşandığı bilinmektedir. Özellikle Hz. Peygamber ve raşid halifelerden sonraki dönemde müslümanlar arasında refah düzeyinin yükselmesi sonucu dünya ilgisi artınca bazı kişiler Hz. Peygamber ve ashabının yaşadığı zühdi hayata özlem duymaya başladılar. Zâhid, âbid, nâsik ve bekkâ gibi adlarla anılan bu ilk zahidlerin en önemli vasıfları dünyaya ve dünya ehline karşı takındıkları tavırdı. Bu zâhidler, hem hadis ilmiyle uğraşan kişilerden, hem de halktan insanlardı. Hz. Peygamber ve ashâbının zühdî yaşayışını izlemeye çalışan bu insanlar hem nazarî hem de amelî açıdan zühdî yaşayışa bağlıydılar. Hem zâhidâne hayata riâyet ederek, hem de “kitâbüz-zühd”ler te’lif ederek İslâm’ın dünyaya karşı tavrını ortaya koyuyorlardı. Bu amelî ve nazarî ortam zühdî hayatı sistemleştirdiği gibi, tasavvufi hayatın nüvesini teşkil etti. Tasavvufun zühdî hayat özelliği, Kur’ân ve sünnet kaynaklıdır. Hatta denilebilir ki tasavvuf Asr-ı Saadette zühd olarak yaşanmıştır.

Zühd, insanı tasavvufun gerçekleştirmeyi amaçladığı ruhi olgunluğa götüren bir vasıtadır, bizzat gaye değildir. Kur’ân’da zühd kelimesi bir yerde ve ism-i fail vezninde geçmektedir. “Zaten onlar Yusuf hakkında zâhid idiler, O’na değer vermezlerdi.” (1)

Kur’ân’da dünyadan kesilip tam anlamıyla Allah’a yönelme mânâsında “Tebettül” kelimesi kullanılmıştır. “Her şeyden kesilerek tam anlamıyla Allah’a yönel.” (2)

Kur’ân’da pek çok ayet-i kerîmede dünya hayatının geçiciliği ve çekiciliği anlatılarak (3) insanları kandırmaması istenmiş (4); önemsizliği ve âhiretin daha önemli ve hayırlı oluşuna dikkat çekilmiş (5); dünya hayatının asla âhiret hayatına tercih edilmemesi emredilmiş (6); dünya hayatına karşılık ahiret hayatının verilmesinin ağır bir azabı gerektireceği bildirilmiş (7) mal ve evlat dünya hayatı, iyi ameller ise âhiret hayatı olarak değerlendirilmiştir. (8)

Ayetlerde genellikle dünya hayatı ve ona meylin yerilerek âhiret hayatının öğülmesinin sebebi, insanda fıtrî olan dünya sevgisini frenlemek ve kulluk şuûrunun kaybolmamasını sağlamaktır. Hz. Peygamber’in hadislerinde de zühd öğülmüş ve zühdün en güzel örnekleri kendi hayatlarında görülmüştür. Nitekim bir hadis-i şerif var ki, tasavvufi anlamdaki “zühd” kavramını özetlemiş gibidir. Bir sahâbî gelip Hz. Peygamber (s.a.)’e sorar: “Ya Rasûlallah bana öyle bir amel göster ki, onu işlediğim zaman beni hem Hakk, hem de halk sevsin.”

Hz. Peygamber (s.a.) buyurur: “Dünyaya karşı zahid ol ki Allah tarafından sevilesin. İnsanların ellerindekilere karşı zahid ol ki, onlar tarafından sevilesin.” (9)

Hz. Peygamber’in bundan başka dünya hayatına değer vermemeyi öğütleyen pekçok hadisleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

“Altına, gümüşe, kumaşa ve abaya kul olanlar helak oldu. Böyleleri kendilerine birşey verilince razı olurlar, verilmeyince kızarlar.” (10)

Hz. Peygamber (s.a.) bir gün. elini İbn Ömer (r.a.)’in omzuna koyarak“Dünyada ya garip bir insan gibi, ya da yolcu gibi ol!”buyurur. (11)

Bir başka hadislerinde “dünyanın mü’minin zindanı, kafirin cenneti” olduğunu haber vermişlerdir. (12)

Abdullah b. Amr diyor ki: Allah Rasülü bir gün bize uğramıştı. Biz de oturduğumuz kulübeyi tamirle meşguldük. Bize ne yaptığımızı sordu. Biz de “yıkılmak üzere olan evimizi onarıyoruz” dedik. Bize: “Eceliniz daha yakın.” (13)buyurdu.

“Uhud dağı kadar altınım olsa borcumu ödemek için alacağım miktar müstesna, kalan kısminin üzerinden üç gün geçmeden elimden çıkmasını arzu ederdim.” (14)

İbn Mes’üd’un haber verdiğine göre Rasül-i Ekrem bir gün hasırın üzerinde uyumuş ve hasır mübarek vücudunda izler bırakmıştı. Bunun üzerine: “Hasırla aranıza birşeyler serseydik” diyen sahabîlere: “Benim dünya ile ne işim var? Ben, dünyada yolculuğu sırasında bir ağaç altında gölgelenen, sonra da oradan geçip giden bir yolcu gibiyim. (15)

Hz. Peygamber (s.a.)’in evinde günlerce ateş yanmaz, bir çorba bile pişmezdi. Üç günden fazla üst üste karnını doyurduğu olmazdı. Yiyecek bir şey bulursa yer, değilse oruca niyyet ederdi. Bazan açlıktan karnına taş bağladığı bile olurdu. Nitekim Hz. Ömer: “Ben, Rasülullah’ın bütün bir gün açlıktan kıvrandığını ve karnını doyurmak için âdî bir hurma bile bulamadığını gördüm.” derdi. (16)

Allah Rasülü vefat ettiği zaman arkasında ne altın, ne gümüş, ne de cariye bırakmıştı. Sadece binmekte olduğu beyaz bir katırla silâhı, bir de yolcular için vakfettiği bir arazisi kalmıştı. Hatta vefatı sırasında bir vesk arpa karşılığı zırhı bir yahûdîde rehindi. (17)

Allah Rasülü ömrü boyunca zâhidâne bir hayat yaşadı. Yünlü, pamuklu, yamalı, yamasız ne bulduysa onu giydi. Ne bulduysa onu yedi. Pabuçlarını, elbiselerini kendisi yamadı. Merkebe bindi, koyun ve keçilerini bizzat sağdı. Zengin fakir herkesle el sıkışıp görüştü. Kilim üzerinde uyudu. Zevcesi Hafsa validemiz anlatıyor:”Bir kilimi ikiye katlar da ona yatak yapardık. Bir defasında dörde katlamıştık da gece namaza kalkamamış ve “altına ne serildiğini” sorarak her zamanki serginin serilmesini taleb etmiş, istirahatı ile fazla meşgul olunmasından hoşnud olmamıştı. (18)

Hz. Peygamber’in bizzat zühdî bir hayat yaşadığı, bunu sevdiği ve ashabına da tavsiye ettiği bilinmektedir. Efendimiz’in hayatını konu alan kaynaklara dayanarak Hz. Peygamber’in zühdi hayatıyla ilgili bazı tesbitlerde bulunduk:

İbn Abbas’ın rivayetine göre, Peygamber (s.a.), peşpeşe birkaç gece aç sabahlar, hane halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Zaten ekmekleri arpa ekmeğiydi. (19)

Enes b. Malik (r.a.) rivayetine göre Fatıma validemiz, Peygamberimiz’e pişirdiği ekmekten bir parça getirmiş ve Allah Rasülü, “Bu nedir?” diye sorduğunda “Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi” dedi. Bunun üzerine Fahr-i alem: “Üç gündür babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak” buyurdu. Ebû Hüreyre’nin rivayetine göre Allah Rasûlü’nün açlıktan beline taş başladığı olurdu. (20)

Hz. Aişe anlatıyor: Dört ay geçerdi ki, Allah Rasûlü’nün karnı buğday ekmeğiyle doymuş olmazdı. (21) O’nun hane halkı da üç gün peş peşe arpa ekmeğiyle karınlarını doyurmadan Allah’a kavuşmuşlardır.

Ebû Hüreyre ve Aişe’den gelen bir rivayette, aylar geçtiği halde Allah Rasülü’nün evinde bir çorba pişmediği ve aile halkının hurma ve su ile beslendiği, bazan da sağmal hayvanları bulunan komşularının gönderdikleri sütü içtikleri rivayet edilir. (22)

Enes b. Malik der ki: “Peygamber (s.a.)’in, öğle ve akşam, ekmek ile eti bolca bir arada cem’ettiği olmamıştır.” (23) Nitekim yine Enes (r.a.) Allah Rasûlü’nün bir düğün yemeğinde et ve ekmeği bile bulunmadığını haber vermektedir.

Aişe (r.a.) validemiz diyor ki: Allah Rasülü’nün midesine bir günde iki tür yemek birden girmedi. Et yediği zaman başka bir şey yemediği gibi, hurma ve ekmek yediğinde onların üzerine bir şey ilave etmezdi.

Ebû Nadr anlatıyor: Ben Aişe validemizin şöyle konuştuğunu duydum:

Birgün Allah Rasülü ile birlikte oturuyorduk. Babam Ebû Bekir bize bir koyun budu ikram etti. Gece karanlığında Allah Rasûlü ile onu kesmeye çalışıyorduk. Birisi “Kandiliniz ve ışığınız yok mu?” diye seslendi. Dedim ki:”Yakacak yağımız olsa, biz onu yerdik.” (24)

Aişe validemizin ifadesine göre O’nun yatağı içi hurma lifi ile dolu bir deriden ibaretti. Yemeğini yere oturarak yer ve: “Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim” (25) buyurdu.

O’nun dünyaya yönelmeyi ve ona kul olmayı yeren pek çok hadis-i şerifi vardır:

“Kimin himmet ve kaygısı dünya olursa, Allah onun işini dağıtır, fakirliğini gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyalık gelmez. Niyyet ve himmeti ahiret olanın işini Allah Teâlâ toparlar (Cem’), gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.”(26)

“Himmet ve kaygılarım teke indirip sadece ahiret kaygısı taşıyanın dünyasına Allah kafidir. Kaygısını dünyaya dağıtanın ise Allah, hangi vadide helak olduğuna aldırış etmez. (27)

Kurduğu devlet, dünyanın en kudretli devleti haline geldiği, devlet hazinesi dolup taştığı zamanlarda bile O’nun yaşantısında bir değişiklik olmadı. Hanımları O’nun bu mütevazi hayatına dayanamayarak dünyalık istediler. O da onları ya dünyayı ya da ilah ve Rasülünü seçmek konusunda serbest bırakmış, yirmidokuz gün süreyle bir bakıma onlara boykot etmişti (İ’la). Bu süre zarfında Hz. Peygamber’i bir hasır üzerinde uyumuş gören Hz. Ömer ağlamış, Allah Rasülü de dünyanın değersizliğini ve dünyadan yüz çevirmek gerektiğini anlatarak onu teselli etmişti. Nihayet ,Ahzab suresinin ilgili ayetleri nazil oldu: “Ey Peygamber, zevcelerine de ki: Eğer bu süfli hayatı, onun zinet ve parlaklığını istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allah’ı ve Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, Allah aranızdan iyi olanlara büyük mükafat hazırlamıştır. (28)

Hz. Aişe der ki: Hz. Peygamber’in hiçbir zaman karnı doymadı ama, asla şikayetçi olmadı. Bazen O’nun bu haline acır ve: “Bari sana yetecek kadar bir rızka erişseydin” derdim. O ise, ülü’1-azm peygamberlerin bu dünyadan böyle gelip geçtiklerini anlatırdı. (29)

Mal biriktirmeye asla heveskar değildi. Çünkü O, tercihini “Kul peygamberlikten” yana yapmıştı. Nitekim:

“Kul peygamberlikle melik peygamberlik arasında muhayyer bırakıldım. Cebrail mütevazi davranmamı bana işaret etti. Ben de kul peygamber olmayı tercih ettim ve bir gün doyayım ve bir gün aç kalayım, dedim.” (30) buyurarak buna işaret etmiştir.

Kendisine arka arkaya iki defa aynı yemeği getiren Berire’ye: “Kıyamet gününde sen, yemeğinin buharı olmaktan korkmuyor musun? Yarın için bir şey ayırıp saklama! Zira Cenab-ı Hakk her günün rızkını ayrı ayrı verir.” buyurmuştu.

İnfak etmeyi çok severdi. Nitekim Hz. Bilal’e: “Ya Bilal, infak et! İnfak etmekle Arş’ın sahibinin senin malını azaltacağından korkma!”(31) buyurmuştu.

Birgün namazda hatırına evde bir miktar altının bulunduğu gelmiş, eve giderek onun tasadduk edilmesini emretmişti. Ölüm döşeğinde bile tasadduktan geri durmadı. Nitekim tasadduk edilmek üzere hanımlarından birine verdiği üç dinarın hemen tasadduk edilmesini emretti ve: “Bu para bende iken Rabbıma ne yüzle giderim.” (32) buyurdu.

Kendisinden bi rşey istendiğinde derhal verir, eğer istenen şey kendisinde yoksa vaad eder ve eline geçen ilk fırsatta bu isteği karşılardı.

Bir defasında ashab-ı suffe: “Ya Rasülallah, hurma yemekten ciğerlerimiz kavruldu.” demişlerdi de O: “Medineliler bize ne veriyorlarsa biz de size onu veriyoruz.” (33) buyurmuştu.

Hz. Peygamber (s.a.) verme ve infak etme konusunda son derece hassas olduğu ve vermek hakkında “Veren el, alan elden hayırlıdır” buyurduğu halde, istemek ve almak konusunda son derece müstağni idi. Ashabının da bu konuda müstağni olmasını öğütlerdi. Nitekim Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra yedi sekiz kadar sahabinin bulunduğu bir mecliste onlardan “Yalnız Allah’a kulluğa, beş vakit namaz kılmaya ve ülü’l-emre itaata ve kimseden bir şey istememek üzere” bey’at etmelerini istedi. Ravinin ifadesine göre: “Bu bey’ate katılanlar, asla kimseden bir şey istemedikleri gibi, savaşta kazara ellerinden kılıçları düşecek olsa bile, onu yerde bulunan kimseden istemez, yere inip alırlardı.” (34)

Evini süsleyen kızı Fatıma’nın evine girmemiş ve: “Böyle süslü yerlere girmek bize yakışmaz” (35) buyurmuştu.

Kendisine hediye edilen ipek bir elbiseyi “Takva sahipleri böyle şeyler kullanmazlar.” (36) buyurarak hanımlarından birine vermişti.

Buhari’nin rivayetine göre çoğu zaman elbisesinde iki yama bulunurdu.

Ciğerparesi Fatıma, el değirmeninde un, kuyudan su çekmekten ellerinin yarıldığını göstererek kendisine ev işlerinde yardım etmek üzere harp esirlerinden yardımcı istemişti de O:

“Ehl-i suffe böyle fakir yaşarken ve Bedir şehidlerinin yetimleri perişan bir haldeyken sen buna nasıl talip olabiliyorsun?” (37)buyurmuştu.

Buyururdu ki:

“Allah bir kulunun hayrını murad ederse dünyadan zühdünü kolaylaştırır, kendisine kusurlarını gösterir. Dünyadan el etek çekene yaklaşınız. Çünkü onun telkin ettiği hikmettir” (38)

“Allah’ı tanı, karşında bulursun. Bolluk zamanında O’nu an, darlığa düşünce sana yardım eder.” (39)

DİPNOTLAR: 1) Yusuf, 12/20. 2) el-Müzzemmil, 73/8. 3) Al-i İmran, 3/185. 4) Lukman, 31/33. 5) en-Nisa, 4/77).6) en-Naziat, 79/38. 7) el-Bakara, 2/86. 8) el-Kehf, 18/46. 9) İbn Mace, Zühd, 1. 10) Buharî. Cihad, 7D; Rikak 10; İbn Mace, Zühd,8. 11) Buharî, Rikak, 3; Tirmizi, zühd, 25. 12) Müslim, Zühd, 1. 13) Müslim, Zühd, 1; Tirmizi Zühd, 16. 14) Buharî, İstikraz, 3. 15) İbn Mace, Zühd, 409. 16) Müslim, Zühd, 36. 17) İbn Sa’d Tabakat, l, 408 18) Tirmizi, Şemail, s. 261. 19) İbn Sa’d, l. 400 et-Tabakatü’l-kübra 20) a.e., l, 400 21) a.e., l, 401. 22) a.e., l, 401. 23) a.e., l. 404. 24) a.e., l. 405. 25) Kadı lyad/eş-Şifa, l, 188 (Bezzar’dan) 26) İbn Mace, Zühd, 4105. 27) İbn Mace, Zühd, 4106. 28) el-Ahzab, 33/28-9 29)Eş-Şifa, II, 282 30) Heysemî, Mecmaüz-zevaid. IX, 192. 31) Ebu Davud, imare, 35. 32) Ebu Davud, İmare,35. 33) Tirmizi, Büyü, 7; İbn Mace, Zühd, 10. 34)Müslim, Zekat. 35) Asr-ı Saadet, II, 10. 36) Buharî, Libas, 12. 37) Asr-ı Saadet, II, 79.38) İbn Mace, Zühd, 1,3; Tirmizi,Kıyame, 30. 39) İbn Hanbel, l, 307.

HAYAT ÖLÇÜLERİ
“Haset geri tepen bir silahtır”

“Az vermekten utanma, umut kırmaktan utan.”

“Güzelliğin yüzde değil, özde bulunması gerekir.”

“Boş oturan şeytana çalışır.”

“İlmin en büyük düşmanı sabırsızlıktır.”

“Uzağı düşünmeyen, üzüntüye yakındır.”

“Düşünmeden konuşan, hastalanmadan ölür.”

“Güzel düşünün, güzel eser verin.”

“İlim amelin öncüsüdür. Amel ilme tabidir.” (hadis-i Şerif)

“Gikri terketmek aklın, zikri terketmek kalbin ölümüdür.”

“Ders alıp, ders vermeye çalışınız.”

“İnsan yaşadığı yere benzer”

“Kurtlarla yaşarsan ulumayı öğrenirsin”

“Ölüm insanın işe yaramaz hale gelmesidir.”

“Ancak üstün insanların bulunduğu toplumlar üstündür.”

“Tarih olayları anlatmak değil, olayları düşünmektir.”

“Günah gönle keder doldurur.”