Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

SOFYALI BÂLÎ EFENDİ SEMPOZYUMU AÇILIŞ KONUŞMASI

Sofyalı Bâli Efendi muhibbi, saygıdeğer Bulgar ve Türk dostlar. Hepinizi saygı ile selamlıyorum.

Sofyalı Bâli Efendi, XV-XVI. yüzyılda Balkan topraklarında doğmuş, buralarda yetişmiş ve yaşamış, bu toprakları aydınlatmış bir gönüller sultanıdır.

Osmanlı Devleti’nin en muhteşem devri kabûl edilen Yavuz Sultan Selim ve Kanûni Sultan Süleyman devirlerini idrak etmiştir. Yaşadığı devrin ihtişamına uygun ilmî bir eğitim ve tasavvufî terbiye aldıktan sonra insanlığa sevgi ışığı saçmış, gönülleri aydınlatmıştır.

Halvetiyye’nin Cemâliye kolundan İstanbul’da Kasım Çelebi’ye mensuptur. Vefatının ardından 450 seneyi aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen Bulgar ve Türk bu kadar insanı bir araya getirebilmesi onun büyüklüğünün delilidir. Aslında büyük insanlar üç türlüdür:

1-Hayatlarında bilinen, vefatlarının ardından unutulanlar,

2-  Hayatlarında meçhûl iken ölümlerinden sonra eser ve tesirleriyle meşhûr olanlar,

3- Hem hayatlarında, hem de hayatlarından sonra meşhur olanlar.

Bâlî Efendi üçüncü gruba dâhildir. Böyleleri yaşadıkları dönemde şu iki özellikleriyle halkın sevgilisi olurlar: Tevâzu ve Cömertlik.

Halk dilinde alçakgönüllülük diye ifâde edilen tevâzu; din, ilim ve maneviyat önderlerinin en önemli özelliğidir. Tevâzu, insanlarla iletişim kurmanın en kestirme yolu olan empatinin de temel şartıdır. İnsanlar tevâzu ehli kişilerle daha kolay ilişki kurar ve onları severler.
Cömertlik, insanların sahip oldukları maddî, manevî ve ilmî her türlü imkânı başkalarıyla paylaşabilmesidir. Cömertlik insanların başkalarına ikrâm ve ihsânlarıyla iyi bir nâm sahibi olmalarını sağlar ve halkın gönlünde taht kurmasına vesîle olur. Nitekim kurduğu dergâh, zâviye, imâret ile vakfettiği çok geniş arazi, değirmen, menkul ve gayr-i menkul mallar, Bâli Efendi’nin halkın istifâdesine sunduğu mal varlığıdır. Onun yoksullara sığınak, kimsesizlere barınak, yetimlere sıcak bir ocak olan külliye ve dergâhı onun gönüllerdeki yerini sağlamlaştırmıştır. Vakfettiklerinden başka rivâyete göre kabri kazılırken çıkan küp, devrin Sofya Kadısı Abdurrahman Efendi tarafından mülhak vakıf olarak vakfiyeye 20.000 akçe olarak dâhil edilmiştir. Diğer mal varlıklarıyla bu sosyal vakıf hizmeti, yaklaşık 400 yıl devam etmiştir.

Bâli Efendi’nin ilim ve fikir dünyasında adını ölümsüzleştiren yazdığı eserleridir. Eserleri arasında İbn Arabî’nin Fusûs’una yazdığı şerh en önemlisidir.

Padişahlara ve devlet ricâline mektup ve arîzalar yazarak halkın ihtiyac ve talepleri konusunda onları uyarması, onun gücünü gösteren bir başka özelliğidir. Bâli Efendi ve benzerleri “halka hizmeti Hakk’a hizmet” gören ve “yaradılanı yaradandan ötürü seven” insanlardı. İnsanların dertleriyle ilgilenmek onların yegâne dertleriydi.

Benim Bâli Efendi ile ilgimin iki sebebi var: Birincisi Bulgaristan kökenli bir ailenin çocuğu olarak böyle bir tarihi şahsiyeti tanımak ve tanıtmak,

İkincisi doktora tez çalışmalarım sırasında Aziz Mahmud Hüdâyi’nin mektuplarında gördüğüm şu ibareydi: “Merhum Sofyalı Bâli Efendi bizim şeyhimiz şeyhidir. Şeyh-i Ekber’in Füsûs’unu şerh etmişlerdir. Şeyhimiz Nureddinzâde ki o da Filibelidir. Konevî’nin Nusûs’unu şerh etmiştir.”

Geçen yılki Tasavvuf Sempozyumu’nda böyle bir toplantı düşünmüştük. Bu sene de katkı ve katılımlarınızla – hamdolsun – gerçekleştirmiş bulunuyoruz.

TARİHÇE-İ HAYATI

Bâli Efendi Rumeli’de yetişen büyük velîlerdendir. Bugünkü Makedonya sınırları içinde kalan Usturumca’da doğdu. 1553 (H. 960) senesinde Sofya’da vefât etti. Kabri, Sofya yakınındaki Sâlihiyye’dedir. Hayatının büyük bir kısmını Sofyada geçirdiği ve orada medfun bulunduğu için “Sofyalı” diye ünlüdür.

Küçük yaştan îtibâren Sofya ve İstanbul’da ilim tahsil etti. Zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimler okudu. Velîlerin sohbetlerinde bulundu. Kalb tasfiyesi ve nefs tezkiyesi ile meşgûl oldu. Nefsinin kötü isteklerini terk ederek kalbini temizledi. Yedi sene dağlarda, mağaralarda dolaştı. Tek başına, herkesten uzak halvet yaşadı. İstanbul’a gitti. Kâsım Çelebi’nin hizmetine girdi. Kasım Çelebi, Tavukpazarı yakınlarında, Hekîm Ali Paşanın kendisi için inşâ ettirdiği dergâhta irşâd ile meşguldü ve Çelebi Halîfe nâmıyla meşhûr Cemâl Halvetî’ye bağlıydı. Bâlî Efendi, Kâsım Çelebi’nin ilim ve feyzinden istifâde ile kemâle erdi.

Kâsım Çelebi’nin hizmetinde bulunduğu sırada Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin mânevî işâretiyle Fusûsü’l-Hikem’e şerh yazdı. Hâdise şöyle nakledilir: Kâsım Çelebi’nin hizmetinde, nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye etmekle meşgûl iken bağa gitmişti. Bir müddet bağın bakımı ile uğraştıktan sonra, yanına biri geldi. Bu gelen tanıyıp gördüğü, bilip işittiği kimseye benzemiyordu. Selâm verdi ve: “Benim Füsûs adlı eserimin müşkillerini hâlleyle” deyip Bâlî Efendi’nin eline birkaç kâğıt tutuşturdu ve kayboldu. Bâlî Efendi, dergâha döndüğünde durumu arz etmek üzereyken Kâsım Çelebi şunları söyledi: Âlem-i misâlde Rasûlullah’ın huzûrunda Muhyiddîn-i Arabî hazretleri: “Ümmetinin büyüklerinden birinin benim kitabımı şerh edip şüpheleri gidermesini arzu ederim.” dedi. Ben de: “Bu saâdet benim halîfelerimden birine nasîb olsun.” diye niyazda bulunmuştm, arzumun kabûl edilerek bu işin sana verildiği bizim çoktan mâlumumuzdu. Haydi Allah mübârek etsin.

Tasavvuf yolunda ilerleyen Sofyalı Bâlî Efendi’ye şeyhi icâzet verip Sofya’ya gönderdi. Orada yıllarca insanlara doğru yolu gösterdi. Zamânın pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın iltifatlarına mazhar olarak bâzı seferlerinde orduya manevî destek verdi. Dînin yayılması, zulmün kaldırılıp adâletin hâkim kılınması için kavlî ve fiilî duâlarda bulundu. Pek çok kerâmetleri görüldü. Birçok halife yetiştirip çeşitli bölgelere gönderdi. Rumeli ve insanlık için durmadan çalıştı. On binden fazla müridi arasında, en meşhûrları Kurd Mehmed Efendi ile Nûreddînzâde M. Muslihuddîn Efendilerdir. Nureddinzâde, Azîz Mahmûd Hüdâyi’nin talebelik yıllarında Küçükayasofya camiinde kendisinden feyz aldığı üstâdı ve mürşididir. Hüdayi, mektuplarında hem Nureddinzâde’den hem de Sofyalı Bâlî Efendi’den bahsetmektedir. Nureddinzâde Zigetvar seferinde Kanuni’nin naaşını İstanbu’a getirmiştir.

Bali Efendi Yavuz Sultan Selîm Han’ın kâdıaskerlerinden Sarıgürz Nûreddîn Hamza Efendiye de mektuplar yazıp nasîhat ederdi. Bulgaristan’da Bedreddînî sayılan bazı tarîk mensuplarına Gazzâlî’nin eserlerini okumalarını tavsiye ederdi. Kânûnî’ye Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve bağlıları hakkında verdiği lâyiha, onun bu konudaki görüşlerini yansıtır.

ESERLERİ

1-  Şerh-i Füsûsü’l-hikem, İstanbul 1309, 444 sh.

2-  Usûl-i fakr ismiyle anılan Etvâr-ı Seb’a, İstanbul Belediye Ktp. O. Ergin Yzm. Nr. 1213, vr. 28 Türkçe; Süleymaniye Ktp., H. Mahmud Efendi, nr. 2996, vr. 14 Türkçe

3-  Şerhu Hadîs-i Küntû Kenzen, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 3711, vr. 148 Arapça; Süleymaniye-Esad Efendi, nr. 3782, vr. 74-75, Arapça

4-  Risâletü’l-Kazâ vel-Kader, Konya Yusuf Ağa Ktp., nr. 12, vr. 11 Arapça; Süleymaniye Ktp., Reisülküttab, nr. 55, vr. 330-339 Arapça

5-  Kıssa-i İbrâhim Aleyhisselâm, İ.Ü Ktp., Türk. Yaz., nr. 2410

6-   Mecmûatü’n- Nesâih, Süleymaniye Ktp., İzmir, nr. 350, vr. 47 Türkçe

7-   Risâletü’t-Tasavvuf,  Süleymaniye Ktp., Tahir Ağa, nr. 433/3

8-  Vâridât, Süleymaniye Ktp., H. Mahmud nr. 2338, vr. 96 Türkçe adlı eserlerdir.

ŞÂİRLİĞİ

Bâlî Efendi şiirler de yazmıştır. Manzûme-i Vâridât adlı eseri şiirlerinden meydana gelir.

Hûr-i ıynin düşme dâm-ı zülfüne zâhid gibi

Geç hevâsından bihiştin maksad-ı aksâyı gör

beyti onun şiirlerindendir. Yâni: “Cennet hûrilerinin zülfünün tuzağına düşme. Cennet’in nîmetlerine de bakma, asıl maksadı gör; Allah Teâlâ’nın rızâsını gözet.” demektir.

Bâlî Efendi, Sofya yakınındaki Salihiyye’de vefât etti ve oraya defnedildi. Rivayete göre kabir yeri kazılırken bir küp altın bulundu. Kânûnî Sultan Süleymân’a durum arz edildiğinde bu altınlarla kabri üzerine bir türbe, dergâh ve câmi yapılmasını emretti. Bu iş için Fâtih Sultan Mehmed Han devri âlimlerinden Ali Kuşçu’nun torunu Sofya kâdısı Abdurrahmân bin Abdülazîz Efendi’yi vazîfelendirdi. Sonunda güzel bir dergâh ile zarîf bir câmi inşâ edildi. Kalan para da vakfa îrâd olarak kaydedildi. Cami, imaret ve dergâhtan bugün eser kalmamış, sadece bir türbe vardır. Cami-dergâhın yerine kilise inşâ edilmiştir.

Bu sempozyumun gerçekleşmesinde en büyük pay Sofya St. Klement Ohridski Üniversitesinin ve özellikle Prof. Dr. Teofanov’undur. Öncelikle kendilerine ardından Bulgaristan Başmüftülüğüne, Ahmed Davudoğlu Vakfı’na, Bulgaristan Bilimler Akademisinden tebliğ sunacak değerli ilim adamları ile Türkiye’den katılan akademisyen dostlarımıza ve özellikle T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Tarihi Türk Musiki topluluğuna, şefleri Üstad Ahmed Özhan Bey’e teşekkür ediyorum. Toplantımızın Türk-Bulgar dostluğuna ve dünya barışına katkı sağlaması duâsıyla saygı ile selamlıyorum.


KAYNAKLAR

1- Mecdî Efendi, Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi; s. 522

2- Tezkire-i Halvetiyye, Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi Kısmı, No: 1372, v. 16b

3- Münîrî, Kitâb-ı Silsileti’l-mukarrebîn ve menâkıbi’l-muttakîn; v. 119b

4- Osmanlı Müellifleri; c. I, s. 42

5- Sefîne-i evliyâ; c. III, s. 227

6- Sicill-i Osmânî; c. II, s. 4

7- Mu’cemü’l-müellifîn; c. III, s. 38

8- Mustafa Kara, Bâli Efendi, Sofyalı, DİA, s. 20-21