Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Ricalü’l-Gayb – Gayb Erenleri

Altınoluk Dergisi, 1995 – Aralik, Sayı: 118, Sayfa: 032

Gayb erenleri veya bilinmeyen Hakk dostları diyebileceğimiz “ricalü’1-gayb” kavramı tasav-vuftaki Allah dostluğunun gizliliğine dikkat çekmektedir. “Velilerim kubbelerim altındadır, onları benden başkası bilmez” anlayışı velayet sırrının gizlilik ve gizemini ortaya koymaktadır. Bu yüzden tasavvufta bir şahsın veli olup olmadığını bilip bilemiyeceği, tartışmalı bir konudur. Bunun mümkün olabileceğini “aşere-i mübeşşere” örneğine dayanarak savunanlar olduğu gibi, mümkün olmadığını savunanlar da vardır. Tasavvuf ve halk kültürümüzdeki “Hızır” telakkisinde de aynı gizlilik dikkat çekmektedir. “Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir” bilme anlayışı da bu gizlilik ilkesinin bir başka tezahürüdür.

Ricalü’l gayb ile ilgili en eski kaynaklar Ahmed b. Hanbel’in Müsnedi ile Hakim Tirmizî’nin Nevadiru’l-usülü gibi eserlerdir.

Özellikle Hakîm Tirmızî tarafından rivayet edilen bir hadis-i şerif, mutasavvıfların “abdalan” kutub, gavs, evtad gibi değişik isimlerle yad ettiği gayb erenlerinin mesnedi sayılmıştır. “Bu ümmetin içinde İbrahim tabiatı üzere kırk, Musa tabiatı üzere yedi, İsa tabiatı üzere üç, Muhammed (s.a.) fıtratı üzere bir kişi bulunur. Bunlar derecelerine göre halkın efendisi sayılırlar.” (bk. Keşfü’l-hafa, l, 24 (35); ayrıca krş. İbn Hanbel, l, 112, V, 322; VI, 316)

Hadislerde daha çok “abdal” kelimesi yeralmakta; bazan da aynı kökten “büdela” kelimesi kullanılmaktadır. Abdal da büdela da: “Karşılık veya birinin yerine geçen “bedel”, ya da “bedîl’in çoğuludur.

Abdal birbirinin yerine geçenler, diledikleri zaman yerlerine aynı şekil ve görünümde başkasını bırakarak istedikleri yere gidenler, Peygamber’e veya kutuba vekil olanlar, demektir.

Abdal kavramı ilk devirlerde abid ve zahid süfilerle birlikte muhaddis ve fakihler için de kullanılmıştır. Hatta “abdal” hadislerini eserinde nakleden Ahmed b. Hanbel, yeryüzünde muhaddislerden başka abdal tanımadığını söylemektedir.

Allah dünyanın cismanî düzenini sağlamak için bazı insanların bir takım görevler üstlenmesini murad ettiği gibi, alemdeki manevi ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük Peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir.Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır.

Herkes tarafından kolayca tanınmayan ve gizli olan bir takım sırlara vakıf olan “ricalü’l-gayb”ın kendi içinde hiyerarşik bir düzeni sözkonusudur. Bu düzenle ilgili verilen bilgilere, genellikle, İbn Arabî öncesi kaynaklardakilerle İbn Arabî sonrakiler arasında bir takım farklar müşahede edilmektedir. Ebu Bekir Kettanî’ye izafe edilen bir tasnifte ricalü’1-gayb aşağıdan yukarı doğru nukaba, nüceba, abdal, ahyar, umed ve gavs şeklinde sıralanmıştır.

İbn Arabî ise rîcalü’l-gayb’ı nüceba, nukaba, abdal, evtad, imameyn ve kutub şeklinde tasnif etmiştir.

Velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtad” (direkler) denir. Onların üstünde “revasî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kulların mercii evtad, evtâdın mercii de revasîdir. Revasî seçkin velîlerdir. Revasî’yi kutup idare eder.

Bir başka tasnife göre kutuptan sonra gelen iki kişiye “imaman” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesar” adı verilir, imam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesar da hakikatine mazhardır. Kutbun yerini imam-ı yesar alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.

Fudayl b. iyad’dan şöyle bir söz nakledilir: “Bize göre velî, çok oruç ve çok namazla değil, ancak gönül zenginliği, kalb temizliği ve insanların iyiliğine çalışmakla ermiştir.” Bu söz ricalü’1-gayb ve abdal kavramları için de bir tanım niteliği taşımaktadır. Abdal ve ricalü’l-gayb’ın ahlakı ve manevi şahsiyetleri gerçekte her müslümanda bulunması gereken vasıflardır. Abdal ve ricalü’1-gayb bütün insanlara ve yaratıklara karşı iyi niyetli, kendilerine kötülük edenleri bağışlayan, ellerindekini başkalarıyla paylaşan, kaza ve kadere gönül hoşnutluğu ile boyun eğen, ihlas ve samimiyete önem veren, sevgi, şefkat ve iyi niyet gibi ahlakî erdemlerle bezenmiş kimselerdir.

Bu topluluğun içinde kadınlar da bulunabilir. Abdal, maddelerim mânâ, nefislerini ruh, mevhum varlıklarım gerçek varlığa bedel verdiklerinden bu adı alırlar.

Kutup: Lügatte değirmen taşının iği demektir. Tasavvuf ıstılahında en büyük velîdir. Bütün ricalin başı, Allah’ın izniyle kainatta tasarruf sahibidir.

Gavs: Darda kalındığında iltica ve istimdad edilen kutup demektir. Darda kalan süfîler, Yetiş ya Gavs'” diye gavsa sığınırlar Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır. Abdulkadir Geylanî, Gavs-ı a’zam lakabıyla ünlüdür.

Ancak bütün bu sığınma ve istimdadlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’adır. Çünkü süfilere göre âlemde yegane mutassarrıf Allah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak bilinenler, esma ve sıfat-ı ilahî mazharıdırlar.

Bunlardan başka sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nüceba” île, sayıları on, ya da üç yüz olan “nukaba” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan yüce şahsiyetler vardır.

Genel olarak ricalü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine tedricen kendisinden sonraki yükseltilir.

Abdal ve ricalü’1-gayb île ilgili rivayetlerde bunların sayıları ve özellikle Şam, Irak, Mısır ve Suriye gibi bölgelerde bulunduklarına dair rivayetler, ilgi çekicidir. Bu konuda en geniş bilgi veren kaynakların başında sûfilerin renkli siması İbn Arabî (bk el-Futuhatu’1-Mekkiye, l); her ilimde yed-i tüla sahibi olan Celaleddin Süyûti’dır. (bk el-Haberu’d-dal ala vücudi’l-kut ve’l-evtad ve’n-nüceba ve’l-abdhal, Beyrut 1983)

Bu konudaki bazı rivayetlerin sıhhat dereceleriyle ilgili tartışmalar, bir kısım müellifleri bu düşüncenin kaynağını ehl-i sünnet dışında aramaya sevketmiştir. Özellikle tasavvuf ve sûfilere yönelttiği sert eleştiri ve ithamlarıyla tanınan İbn Teymiye ile İbn Haldun bu grubun başında gelmektedir. İbn Haldun kutub ve abdal anlayışının ilk defa Irak sûfilerinde görüldüğünü ve bu sebeple bu kavramların ortaya çıkışında İmamiye ve Rafizîlik etkisinin bulunabileceğini öne sürmekte ise de ehl-i sünnet ulemasından bu görüşe pek katılan çıkmamış, hatta sufilerden başka bazı âlimler de bu kavramı kullanmışlardır. Özellikle Ahmed b. Hanbel gibi bir mezhep imamı ve hadisçinin bu konuda rivayetlerde bulunması, yukardaki ithamın geçersizliği için bir fiili delildir.

“Abdal” kelimesi, tasavvufta genelde geniş kapsamlı bir kullanını alanına sahip olduğu halde, XIV yüzyıldan itibaren, özellikle Alevî motifler taşıyan ve mezheben Alevî bulunan tarikatlar arasında yaygın bir kullanım alanına erişmesi, bazılarına bu kavramın sadece o tarîkatlara has bir kavram olduğu intibaını vermiş olabilir.

Ricalü’l-gayb inancı, halkın gönlündeki dînî motifleri din tutmakta ve en dar zamanında bile böyle mümtaz şahsiyetler aracılığı ile ilahi bir yardıma mazhar olacağı ümidim taşımaya vesile olmaktadır, sıcak ve soğuk harplerde bu mana erlerinin nüfuzu, inananları sıcak duygularla kuşatmaktadır.

Ayrıca tarikat ve tasavvuf mensuplarının kendi mürşidlerini sûbjektif duygularla kutub ve gavs görmesi, manevi feyzi artıran bir husustur.