Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.)

Altınoluk Dergisi, 2007 – Nisan, Sayı: 254, Sayfa: 014

Mevlânâ, inanç dünyasının temel değerlerini terennüm ettiği çok meşhûr bir rubâîsinde nazmen şöyle der:

Bendesiyim Kur’ân’ın tende oldukça bu can

Ahmed-i Muhtâr’ın ayağının tozuyum her ân

Benden bundan başka bir söz nakleder ise her kim

Ben o sözden de onu nakledenden de incinirim

Mesnevî’sinin pek çok yerinde Hz. Peygamber’i anlatan, onun vasıflarına işaret eden, hadislerine atıflarda bulunup alıntılar yapan Hz. Mevlânâ eserinin bir yerinde de Hz. Ebû Bekr’in gözüyle Allah Rasûlü’nü anlatmaktadır. Sevgili Peygamberimiz’in can dostu, onu en iyi tanıyan, malıyla canıyla onda fânî olan bu güzel insanın gözünden Mevlânâ’nın gönül dünyasına yansıyanlar kristal bir ayna gibidir. Bakınız Mevlânâ’nın dilinden Hz. Ebû Bekir, rasûller serdârı Şanlı Nebî’yi nasıl anlatıyor:

Ey Nebî, cihanı dirilt diye Hakk seçti seni

İleri götürdün halkın geri kalanlarını ve beni

Gençliğimde rüyalar görürdüm hem ne rüyâ

Gökyüzündeki güneş selam verirdi bana

Sanki beni yerden göğe yükseltirdi güneş

Yükseklerde eylerdi beni kendine eş

Derdim: Bu olmayacak şey, boş hayal,

Hiç var mı bende böyle bir vasıf ve hal?

Kendimi gördüm bakınca ben sana

Âdetâ olmuştun beni gösteren ayna

Seni görünce hâl oldu bana muhal

Ruhum ululuklara gark oldu derhal

Ey kâinatın ruhu, artık güneş söndü

Çünkü seni görünce aşkın güneşe döndü

Gözüm senin ihsanınla buldu himmet

Küçüldü gözümde dünyaya âid her nimet.

Nur arıyordum, buldum nur üstüne nûr

Karşıma çıktı hûrîlerin kıskandıkları hûr

Yûsuf arıyordum, güzel yüzlü ve gümüş ten

Gönlün ve cemâlinle Yûsuflar ülkesisin sen

Cennet peşindeydim nereden bulurum diye

Oldu senin nûrun bana cennetten bir hediye

Biri dünyada öbürü ukbâda iki türdür cennet

Ukbâdaki salâh iledir, dünyadakini açar marifet

Övgülerim bana göre her ne kadar olsa da senâ

Anlatamaz seni, övgü değil belki hicivdir sana1

Sen raûfsun rahîmsin buluttan cömerdsin

Bulut verirken ağlar, sen tebessüm edersin

Mevlânâ Hz. Peygamber’in gönül iklîminde aydınlanmanın yolunun onun nûrundan nûr devşirmekle, beşerî sıfatları bırakıp rûhanî sıfatları benimsemekle olacağını söyler. İnsanın ancak bu sûretle nefis engelini aşabileceğini, gönlüne Hakk’ın vâsıtasız olarak hükmedebileceğini anlatır. Nitekim Allah Rasûlü kendi gönül dünyasından aydınlanmış sahâbîleri hakkında şöyle buyurur: “Benim ashabım yıldızlar gibidir.”2 Onlar hidayet yolcularına ışık; şeytanlara ise atılacak gök taşlarıdır. Hz. Ebû Bekir o hidâyet yıldızlarının en büyüğü, hem de yolunun ve nûrunun ışığını günümüze kadar ulaştıran bir hidâyet yıldızıdır. Herkesin gözünde doğrudan güneşten nûr alacak güç ve kabiliyet olsaydı insanlar, güneşi bırakıp aya ve yıldızlara bakmazdı. Çünkü ay ve yıldızlar güneşten nûr dilenen ve aldıklarını bize ulaştırarak onun nûruna şahidlik eden varlıklardır.

Mânâ semâsının sultânı Efendimiz, toprak gibi kirli ve gözleri gaflet bulutları ile örtülü olan varlıklara Kur’an diliyle diyor ki: “Ben de sizin gibi bir insanım; fakat bana vahyediliyor”3 Bu âyetin tefsîri sadedinde Mevlânâ şunları söyler: Yaratılışta meleklere nisbetle ben de sizin gibi karanlıktım, vahiy güneşi bana bir nûr bağışladı; insan olarak, önceleri benim tabiatımda da karanlık vardı. Fakat peygamberlik güneşinden gelen vahiy nûru, bu karanlığı giderdi. Dayanabilmeniz için, benim nûrum zayıf kılınmıştır. Çünkü siz parlak güneşin nûruna tahammül edemezsiniz. “Sirkencebin” adı verilen bal ile sirkeden meydana gelen bir gıda vardır ki ne bal kadar tatlı, ne de sirke kadar ekşidir. Ben de nûr ve rûhanî sıfatlarla, karanlık beşerî sıfatların karışımından meydana geldim ve bu suretle mânevî hastalıklara faydalı oldum.

Tasavvufî telakkîde ve Mevlânâ’nın anlayışında mânen hasta olan kişiler, mânevî hastalıktan kurtulunca, beşerî sıfatları bırakıp rûhanî sıfatları benimsemelidir ki, gönül tahtı nefsânî isteklerden, şehvânî duygulardan arınsın ve bu sâyede: “Rahman arşa hâkimdir, dilediği gibi hükmeder.”4 âyetinin sırrı meydana çıksın ve ilahî tecellî kendini göstersin. Bundan sonra Cenab-ı Hakk kulunun gönül arşına vasıtasız olarak hükmeder, çünkü gönül artık o mânevî bağlantıyı elde etmiştir.5

Rahman ile gönül arşı arasında bağ kurmada Hz. Peygamber en önemli trafo merkezi niteliğindedir. Hakk’ın yüce katından gelen yüksek füyûzâtı en iyi tanıyan ve bize tanıtan odur. Gönlümüzü şeytanın iğvâsından, nefsin tasallutundan koruyarak Rahmân’a taşıyacak olan odur. Câhiliye döneminin vahşet ve sapmalarını yaşayan beşeriyetin yırtıcılıkta sırtlanları geçtiği günümüzde onun şefkatli sesine ve merhametli nefesine, yüce rehberliğine her zamankinden daha çok muhtâcız.

Dipnotlar: 1) Şefik Can, Mesnevî Tercümesi, V-VI, 417. 2) Aclûnî, I, 132, hadis, 371. 3) el-Kehf ,18/1104) Tâhâ, 20/5. 5) Can, age, I-II, 234-235.