Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Kur’ani Tebliğ ve Tasavvufi İrşad

Altınoluk Dergisi, 2003 – Temmuz, Sayı: 209, Sayfa: 011

Yeryüzünde hiçbir inanç ve fikir sistemi, ya da nizam ve ideoloji yoktur ki, bağlılarının ve inananların gayret ve çalışması olmadan sâdece hak ve doğru olduğu için insanlar tarafından benimsenmiş olsun. Eğer hak, sâdece hak olduğu için kabûl görecek olsaydı peygamberlere ve kitaplara, mürşid ve rehberlere hâcet kalmazdı. Ayrıca dünyanın imtihân özelliği ve kulların bu konudaki çabaları bir anlam taşımazdı. Oysa Cenâb-ı Hakk her kavme bir peygamber göndermiş, her peygambere de şart ve durumuna göre bir mûcize vermiştir. Her devrin ve her kavmin peygamberine verilen mucize, birbirinden farklıdır. Hz. Peygamber, son peygamber olarak peygamberler serdârı olduğu için bütün peygamberlerin mucizelerine benzer mucizeler göstermekle birlikte, onlardan daha farklı, üstün ve kalıcı bir mûcizeye mahzar kılınmıştır. O da Kur’an mûcizesidir.

Beşeriyet, yapısı gereği peygamberlik müessesesine de kitaplara da her devirde muhtaç olduğu için son peygambere kadar bu tebliğ ve dâvet yapısı sürekli işlemiştir. Son peygamberle nübüvvet kapısı kapandığı, Kur’an’la ilâhî kitaplar tamamlandığı için, dâvet ve tebliğ yolunun esasları kalıcı temellere dayandırılmış ve bu sûretle insanlığın bu ihtiyâcı kıyâmete kadar, Kur’an ve Hz. Peygamber ile kemâl derecesinde karşılanmıştır.

Kur’an’da insanları, İslâm ve imânla buluşturmak mânâsına tebliğ ve dâvet kökünden türetilmiş lâfızlar kullanılmıştır. Tebliğ Allah’ın emirlerini kullarına duyurmaktır. Peygamberler “mübelliğ” yâni “tebliğci”dir. Nitekim şu âyetlerde geçen “belâğ” kelimesi tebliğ demektir:

1- “Eğer çekişmeyi bırakır İslâm’a girerlerse doğru yolu tutmuş olurlar. Yok yüz çevirirlerse sana düşen ancak tebliğdir. Allah onları görmektedir.” (Âl-i İmrân, 3/20)

2- “Bu işte insanlara bir tebliğdir.” (İbrahim, 14/52)

3- “Rasûlün üzerindeki ancak apaçık bir tebliğden başkası değildir.” (en-Nûr, 24/54)

4- “Dediler: Rabbımız bilir, inanın biz gerçek size gönderilmiş rasûlleriz; açık bir tebliğden ötesi bizim üstümüzde değil.” (Yâsin, 34/16-17)

5- “Kâfî bir tebliğ” (el-Ahkâf, 46/35)

Kur’an’da tebliğ anlamına ve daha geniş kapsamlı bir biçimde kullanılan diğer kelime “da’vet” lâfzıdır. “Dâvet, insanları İslâm gerçeklerine çağırmaktır.” Bu çağrıyı yapanlar ise “dâî” ünvânını alır. İslâm’da dâvete konu olan insanlar bir ümmet-i dâvet; bir de ümmet-i icâbet olmak üzere iki guruptur. Birinci gurupta henüz İslam’la müşerref olmamış olan topyekün insanlık söz konusudur. İkinci gurupta ise İslam’a icâbetle dâveti kabûl etmiş olanlar yer alır. Bu bakımdan dâvetin hem henüz inanmamış olanlara bakan bir yüzü, hem de inananlara bakan bir ciheti vardır. Kur’an’da bu kökten kullanılmış kelimelerin geçtiği âyetlerden bazıları şunlardır:

1- “Ey Rasûlüm de ki: İşte benim yolum budur. Ben ve bana tabî olanlar insanları Allah’ın yoluna bâsiretle dâvet ederiz.” (Yûsuf, 12/108)

2- “Rabbının yoluna hikmetle ve güzel nasîhatle dâvet et!” (en-Nahl, 16/125)

3- “Ey şanlı peygamber! Biz seni hakka bir şâhid, bir müjdeci bir korkutucu ve Allah’ın izniyle bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil olarak gönderdik.” (el-Ahzâb, 33/45-46)

Kur’an’da doğru yolu bulmak mânâsına gelen “rüşd” kelimesi zamanla doğru yola iletmek anlamında “irşâd” (mürşid) şeklinde kullanılarak yaygınlık kazanmıştır. Kur’an’da “rüşd” kökünden lâfızların kullanıldığı âyetlerden bâzısı şöyledir:

1- “O halde kullarım Benim dâvetime koşsunlar ve Bana hakkıyla imân etsinler ki rüşde ersinler; doğruyu bulsunlar.” (el-Bakara, 2/186)

2- Dinde zorlama yok rüşd, (doğruluk), sapıklıktan iyice ayrıldı. (el-Bakara, 2/256)

3- “O vakit o genç yiğitler mağaraya çekildi ve şöyle dediler : “Ey rabbimiz izlere katından bir rahmet ihsan eyle  ve bizim için işlerimizde “reşed” (ve başarı) ver !” (el-Kehf, 18/10)

4- “Allah her kime hidayet verirse o doğru yolu bulan kimide saptırırsa artık onu irşad edecek bir dost (velî) bulamazsın” (el-Kehf, 18/17)

Kuran’da Müslümanlar arasında maruf, iyilik ve hayrı yaygınlaştırıp münker ve şerri önlemek üzere  bir topluluğun bulundurulması istenmiştir. Nitekim : “Sizden hayra davet eden maruf ile emreden, münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun.” (Al-i İmrân 3/104) buyurulmaktadır. Aynı sûrede müteâkip  âyetlerde bu hizmeti yapan insanlar şu lafızlarla anlatılmakta ve övülmektedir: “Sizler insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülükten sakındırır, ve Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 3/110)

İslam toplumdaki sosyal dokunun emr-i bilmaruf üzere kurulduğunu şu âyet işaret etmektedir: “Kadın erkek bütün müminler, birbirlerinin dostudur. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır, namazı doğru dürüst kılar, zekâtı verir, Allah ve Rasûlü’ne itâat ederler.” (et-Tevbe, 9/71)

Samimî Müslümanların yeryüzünde iktidar sâhibi olduklarında da iyiliği emredeceklerini şu âyet anlatmaktadır: “Şayed onları yeryüzünde iktidâr sâhibi yaparsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.” (el-Hacc, 22/41)

Emr-i bilmârûf hizmeti için tarihte “hisbe” ya da “ihtisâb” teşkilâtı denilen bir hizmet birimi kurulmuştur.

Kur’an’da bu mânâlara yakın bir de “tezkir” lâfzı kullanmıştır. Tezkir, hatırlatmak ve uyarmak demektir. “Müzekkir” de zikir ve zikrâ kökünden “uyarıcı” demektir. Nitekim Osmanlılar zamanında vâzilere “müzekkir” de denilmiştir. Kur’an’da bu mânâda şu âyetler öne çıkmaktadır.

1- “Sen tezkire (nasihata) devâm et. Zikrâ (nasîhat) müminlere fayda verir.” (ez-Zâriyât, 51/55)

2- “Ya şimdi ne mazeretleri var, o tezkireden (öğüt) yüz çevirirlerken?” (el-Müddesir, 74/49)

3- “Haydi tezkir et (öğüt ver)! Sen sadece bir öğütcüsün! Üzerlerine musallat değilsin.” (el-Gâşiye, 88/11-13)

Vaaz ve (mev’ıza) nasîhat da Müslümanları dînî kaygı ve İslâmî çizgide tutma anlamına Kur’anî kavramlardandır. Nitekim Kur’an’da şu âyetlerde geçmektedir:

1- “İşte bu, bütün insanlar için beyân ve muttakiler için mev’ıza (öğüt) ve hidâyet rehberidir.” (Âl-i İmrân, 3/138)

2- “Onlara aldırma, kendilerine vaaz ver!” (en-Nisâ, 4/63)

3- “Ey insanlar, işte size Rabbınızdan bir mev’ıza, gönüller derdine şifâ ve müminler için hidâyet ve rahmet geldi.” (Yûnus, 10/57)

4- “Size vaaz (nasihat) ediyor ki dinleyip tutasınız.” (en-Nahl, 16/90)

5- “De ki: Size sâde bir vaaz (nasihat) edeceğim.” (Sebe, 34/46)

6- “İşte siz bununla öğütlenirsiniz  (vaaz) (el-Mücâdele, 58/3)

7- “Şeytan, Âdem’le Havvâ’ya yemin ederek ben size nasihat edenlerden (iyiliğinizi isteyenlerden)’im dedi.” (el-A’raf, 7/20-21)

8- “Sâlih dedi ki: “Ey kavmim, ben size Rabbımın risâletini tamamıyla tebliğ ettim ve nasihat ettim. Fakat sizler nasihatçılarısevmezsiniz.” (el-A’raf, 7/79)

9- “Nuh kavmine dedi ki: Ben size nasihat etmek istemişsem de Allah sizi helâk etmek murad ediyorsa benim nasihatim size fayda vermez.” (Hûd, 11/34)

Ta’lim kelimesi de Kur’an’da eğitme ve öğretme anlamında nebevî bir iş olarak Kur’an’da geçer. Nitekim el-Bakara, (2/151), Âl-i İmran (3/164) el-Cumua (62/2) âyetlerinde Hz. Peygamber’in kitap ve hikmeti tâlim ettiği ifâde edilmektedir. Yine aynı âyetlerde Allah Rasûlü’nün tezkiye görevinden bahsedilmektedir.

Kur’an’da ahlâkî değerlerin ayakta tutulmasını sağlamak maksadıyla kullanılan yöntemlerden biri de tavsiyedir. Nitekim Asr sûresinde Hakk ve sabr (103/3), Beled sûresinde sabır ve merhamet (90/17) tavsiye edilmektedir.

Bir de hüdâ, hidâyet ve hâdî kelimeleri de Kur’an’da mânevî eğitime vesîle mânâsında kullanılmaktadır. Hidâyet ve hüdâ doğru yol ve doğru yola iletmektir. Peygamberler ve ilâhî kitaplar ise hidâyet vâsıtalarıdır. Bu yüzden İslâm davetçilerine “Hâdî” denir. Nitekim: “Her kavim için bir hâdî (hidâyet rehberi) vardır.” (er-Râd, 13/7) buyurulur.

Kur’an’da değişik lafızlarla geçen tebliğ, dâvet ve irşâd hizmetinin tasavvufî açıdan nereye oturduğunu önümüzdeki sayıda devâm edeceğiz.