Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

KİŞİSEL GELİŞİM ve TASAVVUF

Kişisel gelişim son zamanlarda öne çıkan; adından sıkça söz edilen bir eğitim yöntemi. Psikolojinin insanı tanımak için ortaya koyduğu kuralların kişiselleştirilmesi diye de tanımlayabiliriz bunu. “Kişisel gelişimin tasavvufla ne ilgisi var ?” diye düşünülebilir. Psikoloji denilen ruh bilimi, eskilerin “rûhiyat” dedikleri bir ilimdir. İslâm dünyasında rûhiyât konusuyla ilgilenenler; gerek nazarî (teorik) gerekse amelî (pratik) plânda bu konuda fikir yürütenler genellikle tasavvuf muhîtinin insanlarıdır. Hicrî III. Asır’da yaşayan Hakim Tirmizî ve Hâris bin Esed Muhâsibî ile başlayan bu çizgide Gazzâlî, İbn Arabî ve Mevlânâ gibi büyük sûfiler vardır. Ancak sûfilerin rûh dünyası ile ilgili olarak ortaya koyduğu bilgi ve yorumlar ile psikologların ilgilendiği rûhî olayları aynı görmek mümkün değildir.

Başta mutasavvıflar olmak üzere İslam dünyâsında rûhiyât konusuna ilgi duyan âlimler genelde rûhun varlığı, özelliği ve ilahî âlem ile irtibatı üzerinde durmuşlardır. Kur’an’da “Hakkında çok az bilgi verildiği söylenen ve “emr” âleminden olduğu ifâde edilen ruh”[1] yapısı, mâhiyeti, özellikleri ve fonksiyonları itibarıyla sûfilerin ilgi alanına girmiştir. Ama hep  imâret; yâni yönetim anlamı ifâde eden özelliğiyle ve insâna Allah’ın hâlifesi olma statüsü kazandıran boyutuyla.

Psikolojide incelenen ruh ise belki rûhun ten kafesine girip mâsivâya karıştıktan sonra nefs adını alan boyutunun bir takım tezâhürleri sayılabilecek yanıdır. Psikoloji bu tür ruhsal davranışların sebep ve sonuçları üzerinde durmaktadır.

Kişisel gelişim, psikolojinin ortaya koyduğu bir alan olup insanların duygusal iletişim tarafıyla ilgilenmektedir. Ülkemizde son yıllarda sıkça gündeme gelen kişisel gelişimin kullandığı argümanlara baktığımız zaman bu alanın tasavvuf ile ortak konulardan bahsettiklerini görülmektedir. Ayrıca kişisel gelişimde tasavvufî eğitimin bir takım unsurlarının kullanılması da dikkat çekmektedir.

Kişisel gelişim alanında Türkiye’de en etkin isimlerden birisi Sn. Doğan Cüceloğlu’dur. Altınoluk’un 203. sayısında kendisiyle yapılan bir mülâkat yer almaktadır. Sn. Cüceloğlu’nun gerek bu mülâkatta verdiği cevaplarda, gerekse diğer eserlerinde iletişim ve kişisel gelişim için kullandığı öğeler tasavvufun önemsediği unsurlardır. Bunlar, kendinin farkında olma, kendi iç dünyasını ve canı bilme, mensûbiyet veya âidiyet duygusu, günlük muhâsebe, ölüm düşüncesi, hiçlik ve sevgi türünden şeylerdir. Bunlara tasavvufî bir tarzda yaklaşacak olursak:

1- Kendinin Farkında Olmak; Canı Bilmek

İnsanın kendini tanıması, varoluşundan beri ilgi duyduğu bir alandır. Nitekim: “Kendini bilen Rabbını bilir” sözü bu anlayışın temel mantığıdır. Kur’an’ın ilk inen âyetlerinde Allah Teâla:

“Ey Muhammed yaratan Rabbının adıyla oku. O Rabb, insanı ana rahminin cidârına tutunarak gelişen embriyomdan yaratmıştır”[2] buyurarak insana kendisine bakmasını ve varoluş sürecini izleyerek kendisini tanımasını emretmektedir. İnsanın içindeki canın farkına varmasının süreci kişisel gelişim açısından arayış, uyanış ve niyyet basamaklarından geçmektedir.

Tasavvufta da yakaza, taleb, tevbe ve inâbe basamakları vardır. Yakaza kulun kendisini farketmesi, günahlarının kusurlarının farkında olup silkinmesidir. Yakaza  arayış ve talebi doğurur. Bunun sonucu kişi bir mürşid arayışına koyulur. Ardından bulduğu mürşidin huzurunda tevbe ile irâde beyânında bulunarak niyyetini ortaya koyar ve böylece mânevî gelişim sürecine girerek mürşidine inâbe eder. İnâbenin kendisine yüklediği sorumluluk ile yaşadığı sürece terakkî etmeye başlar. Tasavvuf büyüklerinden Yûnus’un bu vâdideki söyledikleri konunun çok çarpıcı anlatımıdır:

Beni bende demen ben bende değilem

Bir ben vardır bende benden îçerû

İlim ilim bilmektir.  İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin. Bu nice okumaktır.

Kendini bilmek, cânı bilmek; insanın nefsini, kendini tanıması, kabiliyet ve zaaflarının farkında olmasıdır. Kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmesi, zaaflarını ıslah ile eğitmesidir. Eğitim insanda var olan yetenekleri ortaya çıkarır ve geliştirir, eksik yanlarını irâde ile tashih imkânı sağlar.

2- Mensubiyet ve Âidiyet Duygusu

Kişisel gelişimciler insanın sosyal ilişkilerde doğuştan bir “âidiyet” duygusu taşıdığını ifâde etmektedirler. İnsanda bir âileye, bir millete bir gruba âid olma ihtiyacı vardır. Bu âidiyet duygusu içinde insanın karakteri daha kolay şekillenmektedir. Dinler ve milletler bu ihtiyaca cevap veren temel değerlerdir. Toplum içindeki bir takım gruplar da bu ihtiyaçtan doğmuştur. İnsan bu grup içinde kendini bulmaktadır. Tasavvufta birbirine yakın karakterdeki insanlar bir mürşidin etrafında bir grup oluşturmakta ve bu grup bilinci onların zamanla birbirinin boyasına boyanmasını sağlamaktadır.

3- Hedefler Belirlemek

İnsanın hayata bağlayan, canlılık veren belirlediği hedeflerdir. Çünkü insan hedefleri kadar enerjik ve canlıdır. Hedefler kısa ve uzun vadeli olarak belirlenmeli, gerçekleştirdikçe yanına işaret koyarak yeni hedeflere doğru yürünmelidir. Hedeflerin olumlu, esnek ve müşahhas olması esastır. Ve daha önemlisi hedeflerden vazgeçmemektir. Hedefler hayallerle başlar. Hayaller olgunlaşarak ideal ve hedefleri oluşturur. Nihâi hedef Allah’ın rızâsıdır. Nitekim Mevlânâ: “Her şey mâşuktan ibârettir, âşık perde. Yaşayan mâşuktur, âşık ise mürde/ölüdür.”[3]

Nihâi hedef Mâşuk; yâni Sevgililer sevgilisi olan Allah ve rızâsıdır. İnsanı buna koşturan da yüreğindeki aşk duygusudur. Nitekim Mevlânâ: “Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız kuş gibidir, vah ona.” [4]

4- Günlük Muhâsebe

Kişisel gelişimciler hedefler belirledikten sonra hedeflerin kontrol ve tâkibi için gündelik muhâsebeyi öneriyorlar ve diyorlar ki: “İnsan güne başlamadan önce en az beş dakika o gün neler yapacağını ve bunların ne anlama geldiğini düşünüp planlamalı; akşam yatmadan önce de yine en azından beş dakika o gününü gözden geçirmeli ve başlıklar halinde değerlendirme notları almalı.” Her gün insan bunu yapınca günlerinde ilerleme olup olmadığının farkına varacaktır. Bu muhâsebede günlük gelişimi takip için terk edilmesi gereken kötü alışkanlıklar ve terk edilenler ile edinilmesi gereken güzel huylarla edinilen güzel huyla yazılı halde takip edilebilir. Yapılan infak Allah için yapılan her türlü ziyâret, iş ve davranışla yapılması hedeflenenler listelenerek gelişim süreci izleneblir.

Hadîslerde: “Hesâba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek ve amellerimizi tartmak” emr olunduğu gibi ilk sûfilerden Hâris Muhâsibî, er-Riâye (s. 54) adlı eserinde amelin başında ve sonunda muhâsebeyi tavsiye etmektedir. Tasavvuf geleneğinde sâlikin her akşam yatağa yatınca günlük muhâsebe yapması tavsiye olunur. Bu da günlük ilerlemeyi kontrol açısından son derece önemlidir.

5- Ölümü Düşünmek

Kişisel gelişimciler, ölüm düşüncesinin insanoğlunun rûhuna çeki düzen veren özelliğine dikkat çekerler ve kafası karışık insanların özellikle ölüm düşüncesiyle etkileneceğini; her an ölüm düşüncesiyle günlük hayatın daha bir anlam kazanacağını söylerler.

Tasavvufî telakkide Allah Rasûlü’nün dünyevî lezzetleri unutturan ölümü sıkça hatırlamak[5] şeklindeki tavsiyeleri istikametinde tefekkür-i mevt veya râbıta-i mevt adıyla bir ölümü düşünme usûlü geliştirmişlerdir. Özellikle seher vakti ve günün diğer zamanlarında ölümü düşünmek, hayata ölüm terbiyesi sayılır. Allah Teâla: “Hanginizin daha iyi iş işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Allah’tır”[6] âyetinde ölümü hayattan önce anarak ölümün eğitici özelliğine dikkat çekmiştir.

6- Hiçlik ve Mahviyet Duygusu

Felsefedeki varoluş nazariyesi sâhipleri varoluşun anlamını “hiçlik” noktasına getirdikleri gibi kişisel gelişimciler de bu argümanı kullanmaktadır. Mahviyet ve tevâzu duygusunun insandaki ucüb ve kibir duygusunu yenmesine yarayacak en önemli argümandır bu. Çünkü insan hiçlik duygusuna erdikçe kendisini daha iyi tanıyabilecektir. Aynı unsurun tasavvuf kültürünün önemli öğesi olduğunu görüyoruz. Nitekim bir eğitim ve arınma mektebi olan tekkelerde toplumsal iletişim zemini “edeb” temeline dayandırılmak için girişe göre tam karşıya gelecek şekilde bir “Edeb yâ Hû” levhası yer alırdı. Çıkışta da tam kapı üstünde kocaman bir “Hiç” levhası bulunurdu. Bu iki levha tasavvufta iletişim ve ilişkilerimizin hangi zeminde bulunması gerektiğini gösteren bir mesaj değeri taşımaktadır.

7- Sevgi Motifi

Kişisel gelişimciler sosyal yüz ile can denilen iç yüzünün çatışmasında canın sevgi dolu özelliğinin pozitif enerji vereceğini söylemekte; iletişim ve kişisel gelişimi bu zemine oturtmaktadırlar. İnsanda entellektüel zekâdan ayrı bir duygusal zekânın varlığı, insanın sevgi unsuru ile ulaşabileceği noktalara işaret etmektedir. Duygusal zekâ, tasavvuf kültüründe “kalb” denilen sevgi ve duygu merkezi olan alandır. Tasavvuf kültüründe “gönül” olarak adlandırılan alan bu açıdan çok önemlidir. Orası “Çalab’ın tahtıdır.” Her insan sevgiye lâyıktır, çünkü O’nun kuludur:

Elif okuduk ötürü.  Pazar eyledik götürü

Yaratılanı severiz. Yaratanından ötürü

Gönül Çalab’ın tahtı. Çalab gönüle baktı.

İki cihan bedbahtı. Kim gönül yıkar ise.

İnsanı ve onun rûhsal gelişimini takib eden ilim ve yöntemlerin birbirlerine bu kadar yakın olması ve benzemesi, temelde insandan onun ihtiyaç ve kabiliyetlerinin birbirine benzer ve yakın olmasından kaynaklanmaktadır.

8- Târihî Kahramanlıklarla Buluşmak

Kişisel gelişimciler: “Her yiğidin gönlünde bir arslan yatar” genel kuralından hareketle insanların gönül dünyalarına kendi model kahramanlarını sunmak için târih ve menâkıb okumanın önemine dikkat çekerler. Nitekim Sn. Doğan Cüceloğlu mülâkatında kendini geliştirmek isteyenlere şunları söylüyor: “Sabah ve akşam en az on beşer dakika ermiş-bilge insanların hayatını anlatan, onların konuşmalarını işleyen kitaplar okunmasını istiyorum. Bunları ruhun beslenmesi olarak görüyorum.” Psikiatr Dr. Kemal Sayar da Mevlânâ hikâyelerinin psiko-terapi malzemeleri olarak kullanıldığına dâir bilgiler veriyor.


[1] el-İsrâ, 17/85.

[2] el-Alak, 96/1-2.

[3] Mesnevî, I, b. 30.

[4] a.g.e, I, b. 31.

[5] Tirmizî, Zühd, 4.

[6] el-Mülk, 67/2.