Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Gençliğin Eğitiminde Tasavvufun Rolü

Altınoluk Dergisi, 1987 – Nisan, Sayı: 014, Sayfa: 037

Şeyh Hasan eş-Şinnavi den Tercüme: Prof. Dr. H.Kâmil Yılmaz

HZ. PEYGAMBER VE GENÇLERİN EĞİTİMİ

ÖNCE böyle bir ilim ve irfan toplantısına katılmaktan şeref duyduğumu belirtmeliyim. Gençlerin tasavvurla irtibatının topluma hayırlı ve faydalı birer ferd olarak kazandırılmaları bakımından önemi beyanı zaruri bir husustur. Özellikle asrımızda bunun büyük önemi vardır. Dinimiz bizi ruhi yüceliklere, manevi olgunluklara davet ederken günümüzde madde ruha hükümran olarak esareti altına almıştır. Bu bakımdan yaşadığımız çağda tasavvufun önemi açıktır. Bizi manevi olgunluğa çağıran tasavvuf ricali, Allah’ın kalplerine irfan libası giydirdiği ve kulları arasında kendilerini ihsan sıfatıyla tahsis ettiği kimselerdir. Bunlar insanları Hakk’ın davetine çağırırlar, insanlara hayır ve takvada örnek olurlar. Onlara uyanlar hidayete erer, onları inkara kalkışan azar ve sapıtır. Allah onları beşeri sıkıntılardan tasfiye ederek Ahadiyet’i müşahede makamına yükseltmiştir. Bu yüzdendir ki kendilerine süfiyye denilmiştir.

Mutasavvife, bildikleriyle amel eden mukarreblerdir. Nefislerini tezkiye, kalplerini tasyife etmiş kimselerdir onlar. Eşyanın hakikatine aşina olmuşlardır. Dünya onlara bütün cazibesiyle zahir olmuş, fakat onlar reddetmişlerdir. Ahiret de bütün güzellikleriyle onlara görünmüş, onlar da ona talib olmuşlar ve: “Söyle Habibim işte bu benim yolumdur, ben ve bana tabi olanlar biz Allah’ın yoluna “Basiretle” davet ediyoruz” (Yusuf 12/108) diyerek Allah’ın yoluna davet ederler. Onların bu konuda ki önderleri Peygamberimiz (s.a.)’dir. Bu yol vahiyden önce ona ilham şeklinde tecelli ediyordu. Allah’ın melekütuna bakıyor, Allah’ın nimetlerini düşünüyor, Allah da onun kalbine nur yağdırıyor, sevgisini veriyor, manevi yakınlığını artırıyordu. Neticede Hakk’a ünsiyet kesbediyor ve müşahedeye eriyordu. Aleyhissalatu vesselam, Gar-i Hira’da pek çok günler Rabbına iltica ediyor, halveti ihtiyar ediyordu. Bu suretle nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye olarak vahy-i ilahiyi telakkiye hazır hale gelir. Nitekim İmam el-Büsirî bu manada şunları söyleyerek bu görüşü doğrulamıştır:

“Çocukluğunda halveti ihtiyar ederek, ibadet ve zühde ülfet kesbetti. Temiz tabiatlıların hali böyledir. Hidayet kalbe girince organlar ibadet için dinçlik kazanırlar.”

Allah Teala, O’na risalet görevini verip, nur-ı mübini lutfedince ashabı bu suretle rabbani hidayetten faydalandılar ve O’nun mescidinde tasavvuf büyükleri, geceleri abid, gündüzleri mücahid olan kimseler yetişti. Manevi safvetin ve tasavvufun ilk devirlerinde tasavvufun yayılmasını sağlayan suffe ehli olmuştur ki bunlar tasavvufu Allah Rasûlünden öğrenmişlerdi. Nitekim onlar hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştur:

“Nefsini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablarına yalvaranlarla beraber tut.” (el-Kehf-18/28)

Rasulullah (s.a.) gençlerin gönüllerine tasavvuf prensiplerini yerleştirmeye son derece düşkündü. Bu suretle onlarla birlikte manevi temizliğe, iffet ve imana çağıran prensipleri geliştirmek istiyordu. Nübüvvet mektebinde yetişen bu gençlerden biri de imamlar imamı, ilim şehrinin kapısı, Fatıma’nın zevci Rasülullah’ın amcazadesi Hazret-i Ali-kerremallahu vechehdir. Nitekim Rasulullah (s.a.) de onun feyzine şehadet etmiştir. Bir zat, mutasavvifeyi şöyle anlatır. “Onlar fazilet sahipleridir. Sözleri doğruluk, libasları iktisad, yürüyüşleri tevazudur. Gözlerini haramdan sakınırlar, kendilerine faydalı olan ilme kulak verirler, az amellerinden dolayı memnun olmazlar, çok amellerini gözlerinde büyütmezler. Nefislerini itham ederek amellerinden korkarlar.”

İmam Ali radıyallahu anh “Sufi amal-i saliha yapan kimsedir. İlim ile hılmi, amel île kavli birleştirip korku üzere olmak da amel-i şalinadir, akşam ve sabah gayret ve himmeti, şükür ve zikirdir,” derken şüphesiz bu hakikati ifade buyurmuştur.

Tasavvufu İmam Ali’den fazıl imamlar tevarüs etmiştir ki, onların eliyle de pek çok kimse yetişmiş, kendileri faydalandığı gibi kendilerinden de faydalanılmıştır. Mesela bunlardan misal olmak üzere ehl-i suffe’den Ebu Hûreyre (r.a.)’yi ele alalım, o genç yaşına rağmen Rasülullah (s.a)’in hadislerini ümmete aktarma görevini üstlenmiş ve İslam davetini elinde taşımış ve bu yüzden derin ilmi ve hilmi ile meşhur olmuş bir genç sahabidir. Belki de Rasulullah (s.a.)’in gençlerin gönüllerine tasavvuf tohumlarını ekmesinin hikmeti, onların vatanın koruyucuları, ümmetin temel taşları ve ümmetin kalkınmasının amilleri olmasındandır. Çünkü devlet onların omuzlarında ve onların destekleriyle yükselecektir. Bunun için Cenab-ı Peygamber (s.a.) “Allah Teali beni beşir ve nezir bir peygamber olarak gönderdiğinde gençler bana tabi oldu, ihtiyarlar muhalefet etti.” buyurmuş, sonra da: “Sonra üzerinden uzun zaman geçmek suretiyle kalpler katılaşmış.” (el-Hadid 57/16) ayet-i kerimesini okudu. İslam, gençler için en güzel hidayet rehberidir. Keşke biz Cenab-ı Peygamber (s.a.)’ın gençlere olan itinasını, onların yetişmesi hususundaki gayretini ve onların gönlüne faziletlerin yerleştirilmesi konusundaki himmetini anlayabilsek… Buna en güzel delil de. Peygamberimizin Abdullah b. Abbas’ı atının arkasına bindirip, telkinde bulunurken söyledikleridir: “Allah’ın hukukuna riayet et ki Allah da seni korusun. Allah’ın hukukuna riayet edersen O’nu önünde bulursun. Dileyeceğini Allah’tan dile. Yardım istediğinde de Allah’tan iste. Bilesin ki bütün bir millet sana faydalı olmak için bir araya gelseler Allah’ın sana takdir ettiğinden başkasın yapamazlar. Yine bütün millet sana zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın yazdığından başka sana bir zarar ulaştıramazlar kalemler kurudu, sayfalar dürüldü, yani kader bellidir.”

“KARDEŞİNİ ALLAH İÇİN SEVMEK”

Cenab-ı Peygamber (s.a)’in gençlerin gönlüne yerleştirmeyi arzuladığı yüce prensiplerden biri de “el-Hubbu fillah- Allah için sevmektir.” Peygamberimiz, bu hasletin gençlerin yolunu aydınlatan bir kandil olmasını ve gençlerin bununla ahlaklanarak ayak kaymasından kurtulmalarını arzulardı.

Hz. Peygamber (s.a.)’in hadislerinde belirtildiğine göre Zıll-i ilahiden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı ve güneşin insanların başlarına yaklaştığı kıyamet gününde arş-ı ilahi gölgesinde gölgelenecek yedi grup kimseden ikisi de şunlardır. “Biri Allah’a ibadetle yetişen genç, diğeri birbirlerini Allah için seven, Allah için bir araya gelip Allah için ayrılan iki kişi.”

Siret kitaplarının rivayetine göre Rasulullah (s.a.) yolda bir gençle karşılaşarak nereye gittiğini sordu. O da, “bir dindar kardeşini Allah için ziyarete gittiğini” söyleyince Efendimiz sordu: “Senin ona ihtiyacın var mı? O da, “hayır, ben onu Allah için severim,” deyince Rasulullah (s.a.) o gence, “Allah’ın da kendisini sevdiğini” haber vererek cennetle müjdeledi. İşte tasavvufun temel prensiplerinden biri de budur: “Kardeşini Allah için sevmek!”

 

ŞEYH AHMED SABRİ EL-FERGALI

FİKİR ve kalem erbabı olan üstadlarımız bu konuda kıymetli fikirlerini serdettiler. Ben de bunlara, bu meydandaki ordunun bir neferi olmam hasebiyle ameli bir fikir ilave etmek istiyorum.

En güzel örnek ve büyük liderlik vasfı Peygamberimiz (s.a.)’e ve O’ndan önceki peygamberlere aid olduğuna göre biz önce onların ahlakını ve gençlik yıllarına aid davranışlarını öğrenmeliyiz. Nitekim Kur’an-ı Kerim de İbrahim (a.s.) hakkında: “Onları diline dolayan, İbrahim isimli bir genç işittik, dediler.” (el-Enbiya 21, 60), buyurmaktadır… Hakk Teala Ashab-ı Kehfi’de: “Onlar Rablarına inanmış gençlerdi.”

Biz de onların hidayetlerini artırmıştık” (el-Kehf, 18/13) Şu anda bir de Rabbını tanıyarak yakın nuruyla izzete eren ve Allah’ın din düşmanlarına karşı temkin nasib ettiği Davud Peygamberin kıssası hatırıma geldi. Ben tasavvuf ricalinin ve tasavvufa mensup gençlerin bu değerlerle bezenmesi gerektiğine inanıyorum.

Davud, (a.s) kavminin kalplerinin Calüt korkusuyla titrediğini gördü. Devrin meliki Talüt, kavmini ürküten bu Calüt’u öldürüp kavmini bu beladan kurtarana kızlarından birini mükafat olarak vereceğini ilan etti. Davud (a.s) gönlünü hamiyet duyguları sarınca bir kafirin, kavminin gençlerine saldırmasını kendisi için ayıp sayarak Talüt’un huzuruna vardı ve ondan Calüt ile mubareze etmek ve onu öldürmek üzere izin istedi. Davud o zamanlar pek genç bir delikanlıydı. Talüt, kendisinden bu işi daha münasip birine bırakmasını istedi ise de Davud: “Yaşımın küçüklüğü, vücudumun zayıflığı seni aldatmasın iman gücü, beden gücünden üstündür. Sen benim küçüklüğüme bakma, ben babamın koyunlarına saldıran bir aslanla boğuşup onu öldürmüştüm,” dedi. Bu sözler üzerine Talüt’un gönlü Davud’un sadakatından emin, niyyetinden mutmain oldu. Davud’a bir elbise giydirerek kılıcını eliyle kuşattı, başına da miğfer geçirerek zafer duasında bulundu. Davud’a bu kılıç, miğfer ve zırh nevinden şeyler ağır geldi, hepsini çıkarıp atarak asasını ve yerden topladığı bazı taşları alıp azgın kafir Calüt ile mücadeleye gitti. Talüt “Bu nasıl döğüş ki, iple, sapanla yapılıyor. Burası, kılıç ve ok yeridir.” dedi. Davud (a.s) “Allah Teala, beni yırtıcı hayvanların elinden koruduğu gibi bu azgından da dilediği şekilde koruyacaktır.” diye karşılık verdi ve mubareze meydanına gitti. Yanında sağlam imanından, kaleleri parçalayıp orduları dağıtacak azimetinden başka hiçbir şey yoktu. Bütün gözler ona çevrildi, kalpler onun namına korkuyla doldu. Calüt da kendisini görünce şaşırarak, onu küçümsedi ve “Nedir bu elindeki asa? Kılıcın nerede senin? Serçe avına çıktığını mı sanıyorsun? Hayattan hoşlanmıyor, yaşamayı sevmiyorsun her halde? Biraz sonra kurtlara ve kuşlara yem olacaksın. Hayat defterin dürülecek” dedi. Davud şöyle cevap verdi: “Bu senin sonun olacak ey şaki, göreceksin ki, kılıcın da bir fayda vermeyecek. Ben seninle Allah adıyla dövüşüyorum. Ey mağrur, görecesin ki Hakk’ın gücü her gücün üstündedir. Öldürecek olan kılıç değil, Allah’ın gücüdür. Çünkü gerçek güç ve kuvvet O’nundur. O’nu yenebilecek hiçbir güç yoktur,” dedi ve omuzundaki çantadan bir taş çıkararak sapanına yerleştirdi. Sapanı Calüt’a doğru çevirip Allah’a sığınarak taşı fırlattı. Calüt basından ağır yaralandı. Sapan taşları peşpeşe gelince koca kafir cansız yere düştü.

Müminler tekbir getirerek Calüt’un ordusuna saldırıp Allah’ın yardımıyla onları hezimete uğrattılar. Böylece zafer bayrağı inananlar adına yükselmiş oldu. Davud’un şanı İsrail oğullarının gözünde büyüdü. Talut’da vaadinde durarak Davud’u kızlarından biriyle evlendirdi. Böylece Davut’laTalüt arasında sıhrî bir bağ da kurularak Davud’un şanı iyice yüceldi. “Bu Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir”. (el-Maide (5), 54). Nitekim Kur’an’da: “Talüt’un askerleri Calüt ve askerlerine karşı çıktıklarında şöyle dediler: “Rabbımız, üzerimize (yağmur gibi) sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kafir millete karşı bize yardım et. Allah’ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Davud, Calüt’u öldürdü.

Allah Davud’a hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti, (el Bakara (2) 250-251)

ÜSTAD MUHAMMED TAHİR HIRAŞİ

Sözlerİme bir hadis-i şerifle başlamak istiyorum. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bu hadis-i şerif şöyledir: “Yedi grup insan vardır ki Allah Teala hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde onları Arş’ın gölgesinde gölgeleyecektir. Onlar da 1- Adil devlet reisi, 2- Allah’a ibadetle yetişen genç, 3- Kalbi camiye bağlı, cemaat ehli kişi, 4- Birbirlerini Allah için seven, bu sevgiyle biraraya gelen bu sevgiyle ayrılan iki kişi, 5- Tenhalar da Allah’ı zikrederek gözyaşı akıtabilen kimse, 6- Güzel ve mevki sahibi bir kadının kötü teklifine “Ben Allah’tan korkarım” diyerek karşı çıkabilen mümin. 7-Verdiği sadakayı gizleyen, hatta sağ elinin verdiğinden solu haberdar olmayan kişi.”

Rasulullah (s.a.)’in bu tasnifindeki yedi kişiden ikincisinin “Allah’a ibadetle yetişen genç” olduğunu görüyoruz. Allah’ın rahmetine ve sonsuz mağfiretine layık olacak olanlar sadece hadiste zikri geçen bu genç ve diğer altı sınıf değildir. Fakat bunlar Allah’ın çirkin ve kötülüklerden koruyarak Arşı’nın gölgesinde gölgelendireceği özel ikrama mazhar kimselerdir. Bu ikram ve bu makam ikramların ve makamların en yükseğidir. Ayrıca gençlik zinde güç demektir. Bu güç sayesinde insan bir taraftan dünyaya aid zor işlere, ibadet ve taatın zorluklarıyla nafile ibadetlerin güçlüğüne katlanma imkanına sahiptir. Tasavvufun metodu da insanları nafile ibadetler vasıtasiyle Allah’a yaklaştırmaktır ki bu da selef-i salihinin yoludur. Nitekim Abdullah bin Ömer (r.a), Rasûlullah (s.a)’in “Gece namazları müminin şerefi, insanlardan müstağni olması da izzetidir.” hadis-i şerifine istinaden geceleri çok namaz kılar, çok Kur’an okurdu. Kur’an okuyarak sabahladığı oturdu. Rasulullah (s.a), onu bu konuda uyarır ve bazı şeyler söylerdi. O da: “Ya Rasulullah beni bırak da gençliğimden ve gücümden biraz manevi yolda istifade edeyim.” derdi. Allah Rasulu’nün ashabının gençlerinin ekserisinin, metodu bu şekilde idi.

İslam, gençlerin en iyi şekilde yetiştirilmesi ve sağlam meslek sahibi olmaları için bir takım usuller koymuştur. Gençleri büyüklere aid işlerde çalıştırarak yetiştirmek bu cinsten bir usuldür. Nitekim haber’de varid olduğuna göre Rasûlullah (s.a), Hazret-i Ali’yi pek genç yasma rağmen bazı beldelere kadı olarak göndermiştir. Yine Muaz b. Cebel (r.a) Yemen’e vali olarak tayin olduğu zaman 12-13 yaşlarında idi ve Rasûlullah (s.a) onu şöyle imtihan etmişti. “İnsanlara ne ile hükmedeceksin?”

Muaz: “Allah’ın kitabı ile” “Onda bulamazsan?” Rasulünün sünnetiyle” “Onda da bulamazsan?” “İctihad ve reyimle” demişti. Rasûlullah (s.a) de: “Allah’ın Rasulünün elçisini Allah’ın ve Rasülünün hoşlandığı yola muaffak kılan Allah’a hamdolsun” buyurdu.

Rasulullah (s.a) Üsame b.Zeyd (r.a.) ordu kumandanı olarak tayin etmişti. İçinde büyük sahabilerin de bulunduğu bu orduyu teçhiz edip sefere yollamak Hazret-i Ebübekir’e nasib olmuştu. Ebübekir (r.a) orduyu halife sıfatıyla yolcu ederken Üsame ile birlikte yürüyordu. Üsame (r.a.) ise: “Ya ata bin, veya geri dön artık” diyerek Ebubekir’i geri dönmeye ikna etmek istediyse de o:

“Geri dönmek de, ata binmek de. istemiyorum. Ebubekir’in ayaklarının birkaç saat Allah yolunda tozlanmasını çok mu görüyorsun?” diye cevap vermişti.

İlim de hüsn-i terbiyeden sayılır. Bugün gençlerin, hayatın muhtelif devrelerinde lazım olacak bilgileri alacakları okullar vardır. İlimlerin en güzeli ve değerlisi İslam ilimlerdir. Çünkü bu ilimler insanın en değerli esasıdır. Bu ilimler sağlam olursa diğerleri de sağlam olur. Bu metodun sağlamlığını gören büyük sufiler, gençleri terbiye etmek için ilim halkaları teşkil etmişlerdir.

Cafer b. Muhammed’in genç yaşına rağmen babasıyla ilmi mubahaselere girdiği ve Cabir b. Abdullah’ın görüşlerine tabi olduğu ve O’na peygamber (s.a.)’ın huccetinden sorduğu rivayet edilir. Hulefe ‘i Raşidin bu gibi genç alimlere yaklaşırlar ve onlara imkanlar sağlarlardı.

Sonuç olarak, gençlerin önüne Rasülullah (s.a.) in şu Hadis-i şerifini koymak istiyorum: “İnsanoğlu şu dört şeyden Rabbının huzurunda hesaba çekilmeden cennete veya cehenneme giremez: 1- Ömrünü nerede tükettiğinden, 2- Gençliğini nerede harcadığından, 3- Malı nereden kazanıp, nereye sarfettiğinden, 4- İşlediği amelden,” sözlerimi bu surette tamamlar. Hak Teala’dan mağfiret dilerim.

Bu konuşmadan sonra oturum başkanı Prof. Dr. et-Taftazanî oturumu, katılanlara teşekkür ederek kapattı.