Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Fudayl Bin Iyad – Kuddise Sirruh

Altınoluk Dergisi, 1987 – Ocak, Sayı: 011, Sayfa: 021

FUDAYL BİN IYAD bin Mes’ûd bin Bişr. Künyesi Ebû Ali, nisbesi et-Temîmî, sonraları el-Yerbûî. Horasan’da Merv yakınlarında Fundin denilen bir köyde doğdu. Babası takva ehli olarak tanınan maruf bir zattı. Fakat hikmet-i Huda Fudayl’ın delikanlılık yılları gençlik sarhoşluğu ile geçti. Bir süre Ebîverd ile Serahs arasında yol kesicilik bile yaptığı söylenir. Tevbesine sebep şu hadisedir:

BİR cariyeye aşık olmuştu. Cariyenin bulunduğu evin duvarına çıkar, sabaha kadar sevgilisini seyrederdi. Yine bir gün duvarın üzerinde iken, önünden, arkasından, sağından, solundan havayı titreten ve sanki vücudunun derinliklerinden çıkan bir ses işitti. O sesin sahibi şöyle diyordu: “Müminlerin kalplerinin Allah’ın zikri karşısında huşu duymaları zamanı gelmedi mi?” (el-Hadid (57),16). Fudayl bu sesin tesiriyle uzun süre sarsılarak duvarın üzerinde hareketsiz kaldı. Derin bir istiğrak halinden kendine geldiğinde gözlerinden yaşlar boşanarak: “O zaman gelip çattı ya Rabbi” diyordu. Rabbi ile Fudayl arasındaki sulh işte böylece tamamlanmış oldu.

TEVBESİNDEN sonra eşkıyalığı bırakarak Kûfe’nin yolunu tuttu ve oradaki üstadlardan ilim öğrendi. Kuvvetli hafızası sayesinde kısa zamanda çok sayıda hadis ezberleyerek ilm-i hadiste ihtisas kazandı. Kûfe’de Ebû Hanife’nin ders halkasına katıldı. İbn Mace’nin dışında pek çok muhaddis kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. İbn Mübarek ve İmam Şafiî onun talebeleri arasında yer alır.

İLM-İ MARİFETE yöneldi. Kendisini Harem-i Şerif’e girmeye layık görünce Mekke’nin yolunu tuttu. 187/802 yılında vefat edinceye kadar orada yaşadı.

Fudayl, şerîat-ı garra-i Ahmediyye’ye ve sünnet-i seniyye-i Muhammediyye’ye son derece bağlı idi. Nitekim İbrahim bin Eş’as O’nun: “İnsanlar farzlardan daha faziletli bir şeyle Allah’a yaklaşmamışlardır. Farzlar sermaye, nafileler kardır” dediğini rivayet eder.

FUDAYL, hayatının birinci devresinde dünya zevklerine ve geçici lezzetlere fazlaca aldanmıştı. Vaktaki batıl zail olup hakikatin perdesi açılınca Fudayl dünyayı tamamıyla şerr olarak görmeye başladı. Nitekim dünyanın kendisine kurduğu tuzak karşısında: “Dünya bütün her şeyiyle bana arz olunsa hiç düşünmeden rahat ve kolay bir şekilde dünyanın murdarlığına hükmederim” derdi. Dünyaya rağbet ve zühd hakkında da şunları söylerdi: “Kötülüklerin hepsi bir evde toplanmış ve dünyaya rağbet o evin anahtarı olmuş. İyiliklerin hepsi de bir başka evde toplanmış, zühd de ona anahtar olmuş.”

Dünya bir şifahane ve tımarhanedir. Orada yaşayan insanlar deli hükmündedirler. Tımarhanede deliler için bağ ve zincir bulunur. Nefsin arzuları bağ, günahlarda zincir”

Birisi Fudayl’a sordu:

Nasıl sabahladın? Fudayl, halkın bu suali genellikle ruh sağlığını değil de, vücûd sağlığını kasd ederek sorduğunu bildiğinden, bu tip suallerden hoşlanmazdı. Yine de:

Hayr üzere sabahladım, diye cevap verdi. Adam tekrar:

“Nasılsın?” deyince Fudayl,

Hangi halimi soruyorsun. Dünyevi halimi soruyorsan, dünya bize meyletti de, biz onun bütün yollarından geçtik. Ahireti soruyorsan, günahı çok, ameli az, ömrü tükenmek üzere, ahirete ve ölüme hazırlığı olmayan bir adamın hali nasıl olur ki? diye karşılık verdi.

Fudayl bir defasında üzüntülü bir adam gördü ve;

Senin için Allah’ın dediğinden başka bir şeyin olmasından mı korkuyorsun? diye sordu. Adam:

Hayır, diye karşılık verince

Fudayl:

Öyleyse neye üzülüyorsun? Dünya insanı kendine kul yapmadıkça veya insan dünyaya kul olmadıkça yol kolaydır, dedi. Fudayl’a göre yol, ilimle başlayan amel ile devam edip ahlakla kemale eren yoldur.

FUDAYL, ilme bağlılığı sayesinde çağdaşları arasında en üst dereceye ulaşarak devrindeki alimlere vaaz edecek seviyeye erişmişti. Alimler, onun vaazlarını takdirle ve mahcubiyetle başlarını öne eğerek dinlerlerdi. Mesela Sufyan bin Uyeyne, islamî ilimlerde zirveye ulaşmış bir kimse olmasına rağmen Fudayl’ ın önünde ilim ve irfan için diz çökerdi. Fudayl, ona benzeri alimlere: “Ey alimler, sizler İslam beldelerini aydınlatan kandiller gibiydiniz. Şimdi neden ışıklarınız söndü. Siz ümmete yol gösteren yıldızlardınız, şimdi siz neden yolunuzu şaşırdınız. Siz ümeranın kapısına gidip onların nereden kazandıkları bilinmeyen servetinden istifade etmekten dolayı Allah’tan haya etmiyor musunuz?” der, sonra sırtını mihrab duvarına yaslayarak hadis rivayet etmeye başlardı. Süfyan da başını öne eğerek:

Estağfirullah ve etûbu ileyh, derdi.

SÖZ hafızlardan açılınca şöyle konuşurdu: “Kur’an hafızının halka, halifelere veya daha aşağıdakilere ihtiyacı olmamalı, bütün insan ona muhtaç olmalı.” “Allah için okuyan kurralar, hudû ve huşu sahibidir. Kadılar ve devlet ricali için okuyanlar ise kibir ve gurur sahibidir.” “Kur’an okuyan herkes, kıyamet gününde peygamberlerin tebliğden sorguya çekilmesi gibi, sorguya çekilecektir. Çünkü ehl-i Kur’an, peygamberlerin varisleridir.

Fudayl, ilimden ve ulemadan bahsettiği konuşmalarında bazan halka, bazan da ulemaya yönelik sözler söylerdi. Halka yönelik sözleri şu mealde olurdu:

Ahiret aliminin ilmi gizlidir. Dünya aliminin ilmi ise açık. Siz, ahiret alimine tabi olun ve dünyalık alimlerle oturmaktan sakının. Çünkü bu tip alimler sizi, gururları ve yaldızlı lafları ve amelsiz kuru iddiaları veya sadakat ve ihlassız amelleriyle yanıltıp fitneye düşürürler.

Alimlere yönelik konuşmalarında şöyle derdi:
Şayed ehl-i ilim olsalar, dünyaya karşı zahid olurlar, zalimler onlara boyun eğer, halk onlara teslim olur. Halbuki onlar, ilimlerini dünyalık insanların dünyalıklarından nasib almak için kullanıyorlar ve bu yüzden zillete duçar olarak insanların gözünden düşüyorlar. Zahidliğin alameti odur ki, zahid, ümeranın ve diğer insanların yanında cehaletle itham edilince kızmaz; üzüntü duymaz, aksine sevinir

Fudayl, bid’atçilerede kızar ve şöyle derdi: “Bid’atçilerle oturup kalkan hikmetten nasib alamaz.” Bid’atçinin yüzüne bakmak manevî körlük doğurur.”

Fudayl’e göre, masiyet ve günahlar, musibet ve elemlerin sebebidir. Nitekim Allah Teala, bazı peygamberlerine: “Beni tanıyan kimse, bana isyan edecek olursa, ben ona beni tanımayan kimseleri musallat ederim.” diye vahyetmiştir. “Nitekim ben, Allah’a asî olduğumu hizmetçimin kötü davranışlarından ve eşeğimin bana isyanından anlarım.”

Allah’a giden yol, şu iki şeyin dengesiyle müstakim olur: Allah sevgisi ve Allah korkusu. “Allah’ı korku olmadan muhabbet yoluyla tanıyan sevgi ve şımarıklıkla helak olur, gider. Allah’ı sadece korku yoluyla tanıyan ise O’ndan ürkerek uzaklaşır, gider. Allah’ı sevgi ve korku yolları müşterek olarak tanıyanı Allah sever, kendine yaklaştırır, temkin sahibi yapar ve ona bilmediklerini öğretir. Allah’ı gerçek marifetle tanıyan dalaletten uzak olur. Ölümün derecesini ve gerçek yüzünü bilen ondan gafil olmaz.”

“Allah’a karşı muameleniz gönlünüzden ona karşı sadakatle olsun. Çünkü yükselmek ancak Allah’ın yükseltmesiyle mümkün olabilir. Allah bir kulunu sevdiği zaman onun sevgisini mahlûkatın kalplerine de yerleştirir.”

“Sevgisi, korkusu ve ölüm düşüncesi tam olan gerçek tevazua kavuşur. Gerçek tevazu, Hakk’a boyun eğip itaat etmek, nereden ve kimden olursa olsun hakkı kabul etmektir.” “Nefsinin değeri olduğunu zannedenin tevazûdan nasibi yoktur.”

Şayed bana: “Emiru’1-müminin yanına geliyor” denildiğinde ben sakalımı, kılık kıyafetimi düzeltecek olursam münafıklar defterine yazılmaktan korkarım.”

Fudayl ile Şuayb bin Harb tavaf esnasında karşılaştılar. Fudayl, Şuayb’a:

Şu makamın senden ve benden daha kötü birilerini gördüğünü zannediyorsan, büyük bir musibete uğramış sayılırsın, dedi. Hasan bin Ziyad, yanına geldiğinde ona da:

Ya Hasan! Sen Mescid-i Haram’da benden ve senden daha fena bir adam gördüğünü sanmıyorsan yanılıyorsun, demişti.

Sözlerinden bazıları:

“Bize göre kemale eren kişi, çok namaz kılan ve çok oruç tutan değil, nefsini sehavete, sadrını selamete erdirerek ümmete nasihat edendir.”

“Allah’tan rızaya en layık olanlar, marifet ehlidir. Allah, sadece muttakileri ummadıkları yerden rızıklandırır, başkalarını değil.”

“Üç şey kalbi kasvetlendirir: Çok yemek, çok uyumak ve çok konuşmak.”

“Gönlünde bir takım arzuları bulunduğu halde ubûdiyyet iddiasında bulunan yalancıdır.”

“Senin Allah’tan korkman ölçüsünde, halk da senden korkar. Allah’tan korkana bir şey zarar veremez. Allah’tan başkasından korkana da bir şey fayda vermez.”

Nefsini azarlayarak şöyle derdi: “Neden korkuyorsun, aç kalmaktan mı? Boş yere korkma;çünkü sen, bu konuda çok aşağılardasın. Aç kalabilen ancak Muhammed (a.s.) ve ashabıdır.”

“Allah sevdiği kulunun derdini çoğaltır, buğz ettiği kulunun dünyasını genişletir, onu zengin kılar.”

“Gerçek fazilet sahipleri, fazilet ve meziyetlerini görmeyenlerdir.” “Fütüvvet dostların kusurlarını hoş görmektir. Çünkü kusursuz dost arayan dostsuz kalır.”

“Kötü huylu bir abidin bana arkadaş olmasından çok, güzel huylu facir (günahkar) birinin arkadaş olmasını isterim.”

“Konuştuğu zaman sözünün dinlenmesinden hoşlanan zahid olamaz.” “Zühdün aslı Allah’tan razı olmaktır.”

Bişr Hafî, Fudayl’a sordu:

“Zühd mü daha üstün, rıza mı? Fudayl şöyle cevap verdi: “Rıza zühdden daha üstündür. Zira rıza halinde olan bulunduğu makamın daha yukarısını temenni etmez.”

“Gerçek sevgi, Sevgili’ yi uzakta ve yakında iki cihana tercih etmektir.”

“İnsanlardan uzaklaşıp Rabbına yakın olmaya çalışan ve günahına ağlayan kimseye ne mutlu!”

“Ahir zamanda öyle insanlar gelecek ki, zahiren kardeş, batınen düşman olacaklar.”

“Kızdığında sana yalan söyleyenle kardeş olma!”

“Bugün kardeşlik öldü. Eskiden bir adam kardeşinin evladlarını uzaklığına rağmen korur, kollar ve buluğa erinceye kadar onlara kendi evladları gibi bakardı.”

“Senden istediği bir şeyi vermediğin zaman sana kızıp darılan senin kardeşin değildir.”

Fudayl, insanlara halktan kaçıp Hakk’a sığınmalarını tavsiye eder ve şöyle derdi, insanlardan kaç, fakat cemaati terk etme!”

Ehl-i sünnet hakkında:

“Allah’ın öyle kulları vardır ki, beldeleri ve insanları ihya ederler. Onlar sünnet-i seniyyeye bağlı olan kimselerdir.”

Ehl-i beyt hakkında:

“Ehl-i beytten birini gördüğüm zaman ashab-ı kiramdan birini görmüş gibi olurum.” derdi.

FUDAYL, insanın kalbinde bulunan huşûdan ziyadesini üzerinde bulundurmasından hoşlanmaz, halk için ameli riya, halk için ameli terk etmeyi de şirk sayarak: “İhlas Allah’ın seni bu iki beladan korumasıdır.” derdi. O’na göre, “riyakarım” diye yemin etmek, “riyakar değilim.” diye yemin etmekten daha hoştu.

Rahmetullahi aleyh

Kaynkaklar : Hılyetü’l-evliya, IX/331 vd. Sülemî, 15 Sıfatüs-safve, IX/287vd. et-Tabakatü’l-kübra, 1/81  el-Bidaye ve’n-Nihaye, 1/347 Nefehat Terc. 87 Tezkiretü’l-evliya, 28 vd. Vefayatü’l-a’yan. 1/126 vd. Abdülhalim Mahmud, el-Fudayl bin lyad, Kahire, 1972, Daru’s-şa’b.