Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Edep Çizgisi

Altınoluk Dergisi, 2002 – Kasim, Sayı: 201, Sayfa: 010

Varılan her makamda yazılmış EDEB YÂ HÛ

Edebi muhafaza devlettir, dervişliğin şartı bu.

Edeb, zâhir ve bâtın terbiyesi, kişinin kendini bilmesi, haddi tecâvüz etmemesidir. Bu itibarla da tasavvufun ve dervişliğin esasıdır. Nefs terbiye edilince akıl onun üzerinde egemen olur, bu sayede nefsin zâhiri ve bâtini halleri düzelir, ahlak güzelleşerek edeb kökleşir.

Arapça’daki “me’dübe” kelimesi dâvet ve ziyâfet anlamına gelmekte ve edeb mânâsı ifade etmektedir; çünkü ziyâfette zâhir ve bâtın edebi birlikte bulunmaktadır.

Edebin zâhirî olanı ameli riyâdan, münâfıklıktan korumaktır. Bâtınî olanı ise kalpteki   şehvet, itirâz, irâde zaafı gibi olumsuz şeyleri temizlemekten ibârettir.

Edeb sözdeki düzgünlük için de kullanılır. “Edebiyât” da aynı köktendir. Ancak sözlü edebdeki  tasannu, amelin sevabını kaybettirebilir, ama fiili edeb sâyesinde önce Allah’a  yakınlık, sonra gönüller sevgisi kazanılır.

 Kur’an’daki: “Ey iman edenler, nefsinizi ve ehlinizi (çoluk çocuğunuzu) cehennem azabından koruyun! “ (et-Tahrim 66/7) ayetinde çoluk çocuğu cehennem azâbından korumanın şartı, onları güzel edeb ve terbiye ile yetiştirmek olduğu ifade edilmiştir.

Allah Rasûlü (s.a.) de edeb hakkında şöyle buyurmaktadır: “Bir babanın çocuğunu edeble terbiye etmesi bir sâ ölçüsünde sadaka vermesinden hayırlıdır.” (Tirmizi, Birr 33; İbn Hanbel, V, 96,102)

-“Bir baba, evlâdına edebden daha iyi bir armağan vermiş olamaz.” (Tirmizî, 33; İbn Hanbel, III, 412, IV, 77-78)

“Bir çocuğun ana baba üzerindeki hakkı ona güzel bir isim vermesi, iyi bakması, güzel  bir edeble yetiştirmesidir. “ (Kenzü’l-ummâl,XVI, 417)

Tasavvuf ricali içinde “tasavvufu edebden  ibâret” olarak tarif edenler olduğu gibi, edeble tevhid arasında irtibât kuranlar da vardır. Nitekim el-Celâili el-Basrî der ki: Tevhid imânı, iman şeriatı, şeriat da edebi gerektirir. İmanı olmayanın tevhidi, şeriatı olmayanın imanı ve tevhidi; edebi olmayanın ise hem şeriatı, hem imanı ve hem de tevhidi tehlikededir.

Hasan Basri’ye sordular:

– İnsanların edeb bilgisi çoğaldı, fakat edeb azaldı. Edebin hem dünyada, hem ukbâda en yararlı olanı hangisidir? Hasan Basrî şu karşılığı verdi:

– Önce dinde ince ve derin bir anlayış sahibi olmak gerekir. Çünkü böyle bir anlayış taliplerin gönüllerini cezbeder. Sonra dünyaya değer vermemek lazımdır. Bu da Allah’a yakınlaştırır. Sonrada Allah’ın kul üzerindeki hakkını bilmek gerekir.

Hasan Basri hizmetteki edebi de hizmetten de üstün ve değerli görürdü. Cüneyd ise kulluğu edebe sarılmak olarak değerlendirir, azgınlık ve isyanı sü-i edeb sayardı.

Sehl der ki: Edeb nefsi bilmek ve onun saçmalıklarından kaçmaktır.

Zünnûn der ki:”Mürid edeble amel etmenin dışına çıkarsa geldiği yere geri döner.”

İbn Atâ der ki: Nefs sû-i edeb üzere yaratılmıştır. Kul edebe sarılmakla emrolunmuştur. Nefs tabiatı icabı muhâlefet meydanlarında dolaşır. Kul ise onu edebden nasib almaya zorlar. Nefsine muhalefet ederek onu hayra zorlamaktan vazgeçen  nefsinin dizginini salıvermiş, onu idâreden gafil düşmüş demektir. Edep iyi ve güzel şeylerle olmaktır. Gizli ve âşikâr Allah’a karşı muâmelenin edeb çerçevesinde olmasıdır. Böyle yapan edepli sayılır.

Herevî der ki: Edeb, düşmanlık ve yanlışlığın zararlarını bilerek taşkınlığa varmayan ve ezikliğe düşmeyen bir tavır içinde olmaktır.

Cerîrî edebin sınırının maiyyet-i ilâhiyye; yâni her an Allah’ın huzurunda bulunma duygusu ile olması lazım geldiğine işaretle der ki: Yirmi  yıldır tenhada bile ayağımı uzatmadım. Çünkü tenhada bile hüsn-i edebe riayet, edebin en güzel ve evlâ olanıdır.

Davut Taî anlatıyor: Yirmi yıl Ebû Hanife hazretleriyle birlikte bulundum. Bu zaman zarfında ne yalnızken, ne de yanında birileri varken başı açık oturduğuna ve ayaklarını uzattığına şahit oldum.

İbn  Mübarek çok ilimden ziyade, edebe muhtaç olduğumuzu söyler, arif için edebin lüzumunu mühtedi için tevbenin lüzumu gibi görürdü. Bu yüzden ilim için de önce edep lazımdır. Nitekim:

Ehl-i irfan meclisinde kıldın taleb

İlim en geridedir illa edep, ille edeb

Ebu  Hafs Haddad ile Cüneyd arasında geçen şu muhavere edebin batınî değerini göstermesi bakımından ilginçtir. Kendisini müridleriyle birlikte ziyarete gelen Ebu Hafs Haddad’ın müridlerinin edebi, Cüneyd’in dikkatini çekmiş ve demişti ki:

-Ya Eba Hafs müridlerinizi sultanların edebiyle  yetiştirmişsiniz. Cüneyd de şu karşılığı verdi:

-Onların zahirde gördüğünüz edebleri, gönüllerinden ve batınlarından yansıyan edebleridir. Çünkü suret siretin aynasıdır.

Ebu Nasr Serrâc eserinde edebi üç derecede incelemektedir;

a- Dünya ehlinin edebi; fesahat, belagat, şiir, sanat ve eğlence türünden edebi mahsullerdir.

b- Dindarların edebi; organları eğitmek, gönülleri temizlemek ve şer’i sınırları korumak nev’indendir.

c- İhlâs ehlinin edebi; kalp temizliği, ahde vefa, vakti ve hali korumaktır.

Edeb konusu üzerinde en çok ve en güzel söz söyleyenlerden biri de Mevlana Celaleddin Rumi’dir. O Mesnevi’sinde şunları söylemektedir:

“Ey Müslüman!  “Edeb nedir?” dersen bil ki edeb, edepsizlerin her işine ve kabalıklarına tahammüldür.”

Edebden nasibi olmayanlar, sadece kendisine kötülük etmiş olmaz. Belki edepsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur. Nitekim Kur’an buna işaret etmektedir. İsrailoğullarına zahmet, yorgunluk ve baş ağrısı olmadan gökten sofra iniyordu. Musa peygamberin kavmi içinde kendini bilmez edeb mahrumu birileri bu hali küçümseyerek: “Hani sarımsak, hani soğan, hani mercimek?” dediler. Bunun üzerine gökten inen sofra inmez oldu. Ekmek kesildi, bıldırcın eti ile kudret helvası bulunmaz oldu. Bu hale daralan Musa (a.s.) Cenâb-ı Hakk’a iltica ile: “İçimizdeki beyinsizlerin yüzünden bizi de helâk eder misin Allahım!” (el-a’raf, 7/155) dedi.

Lokman Hekim: “Edebi edepsizden öğrendim” demiştir.  Edeb de zaten edebsizlerin edebsizlik ve kabalıklarına tahammüldür. Bu yüzden şair demiştir ki:

Şâyed rastlamasaydık bizler edebsizlere

Affetmenin zevkini kim verirdi bizlere

Tasavvufî telakkide insanlara örnek olmanın yolu, ganî gönüllü olmaktan geçer. İnsan iyilik ve ihsanda bulunduğunun emiri, çekişip kavga ettiğinin ise esiri olur.

Ehl-i irfan meclisinde edeb, kurallara uymayı; resmî olmayı gerektirir. Ancak sevgi ve dostluk tam olduğunda dostlar arasında protokol anlamında edebin terkedilmesi de edebdendir.

Tasavvuf litaretüründe “edeB y hÛ” ifadesi edebin önemini vurgulamak ve muhatabı edebli olmaya çağırmak için kullanılır. Derviş edebinde Hakk’a aid bulunan ile halka aid olanları bilmek, kula aid olanı kula, Hakk’a aid bulunanı Hakk’a nisbet etmek durumundadır.

Edeb, elif, dal ve ba harflerinden oluşmaktadır. “Elif  eline, dal diline, ba ise beline sahip ol!”demektir.

Tasavvufi edebde bütün organların uyacağı edepler, makam ve meclise göre uygulanacak usuller vardır. Nitekim tasavvufi edebde içeri girip çıkarken kapı sert açılıp kapatılmaz. Hatta kapı kapanmaz çevrilir veya örtülür ya da sırlanır. Ayakkabıların burunları kıbleye yönelik olarak konur. Uyandırılmak istenen dürtülerek değil, yastığına hafifçe dokunularak “Âgah olun!” diye uyarılırdı ki uyuyan telaşla korkmasın. Yemek yerken ağız şapırdatılmaz, su içerken  ses çıkarılmaz, kahve ve çay içerken höpürdetilmezdi. Çay karıştırılırken çıngırak sesi gibi ses çıkarılmazdı. Bardak, tabak ve çanak gibi şeyler yere konurken ve alınırken yumuşak bir hareketle alınır ve konurdu. Gülmek kahkaha değil, tebessümdü. İnsana hizmet eden eşyalar da insan gibi muazzez ve değerli sayılırdı. Cansız varlıklara bile canlı muâmelesi yapılırdı. Ses ve gürültü ile çevreyi rahatsız etmek insanları tâciz sayılır; onları tefekkür, düşünce ve ibâdetinden alıkoyan hoyrat davranışlar görülürdü.

Tasavvuftaki edeb çizgisi aslında ihsân şuûrunun bir tezâhürüydü. Bu çizgiyi koruyan insanların ekoloji ve çevre açısından çok önemli bir fonksiyon icrâ ettikleri muhakkaktır. Konuşurken sesini alçaltmayı bile edeb sayan insan, arabasının sesiyle, radyo ve televizyon gibi âletlerin gürültüsüyle çevreyi taciz edemez. Çünkü cansızlara bile canlı gözüyle bakan hiçbir canlıyı incitemez.

 

EDEP ÇİZGİSİ

Varılan her makamda yazılmış EDEB YÂ HÛ

Edebi muhafaza devlettir, dervişliğin şartı bu.

Edeb, zâhir ve bâtın terbiyesi, kişinin kendini bilmesi, haddi tecâvüz etmemesidir. Bu itibarla da tasavvufun ve dervişliğin esasıdır. Nefs terbiye edilince akıl onun üzerinde egemen olur, bu sayede nefsin zâhiri ve bâtini halleri düzelir, ahlak güzelleşerek edeb kökleşir.

Arapça’daki “me’dübe” kelimesi dâvet ve ziyâfet anlamına gelmekte ve edeb mânâsı ifade etmektedir; çünkü ziyâfette zâhir ve bâtın edebi birlikte bulunmaktadır.

Edebin zâhirî olanı ameli riyâdan, münâfıklıktan korumaktır. Bâtınî olanı ise kalpteki   şehvet, itirâz, irâde zaafı gibi olumsuz şeyleri temizlemekten ibârettir.

Edeb sözdeki düzgünlük için de kullanılır. “Edebiyât” da aynı köktendir. Ancak sözlü edebdeki  tasannu, amelin sevabını kaybettirebilir, ama fiili edeb sâyesinde önce Allah’a  yakınlık, sonra gönüller sevgisi kazanılır.

 Kur’an’daki: “Ey iman edenler, nefsinizi ve ehlinizi (çoluk çocuğunuzu) cehennem azabından koruyun! “ (et-Tahrim 66/7) ayetinde çoluk çocuğu cehennem azâbından korumanın şartı, onları güzel edeb ve terbiye ile yetiştirmek olduğu ifade edilmiştir.

Allah Rasûlü (s.a.) de edeb hakkında şöyle buyurmaktadır: “Bir babanın çocuğunu edeble terbiye etmesi bir sâ ölçüsünde sadaka vermesinden hayırlıdır.” (Tirmizi, Birr 33; İbn Hanbel, V, 96,102)

-“Bir baba, evlâdına edebden daha iyi bir armağan vermiş olamaz.” (Tirmizî, 33; İbn Hanbel, III, 412, IV, 77-78)

“Bir çocuğun ana baba üzerindeki hakkı ona güzel bir isim vermesi, iyi bakması, güzel  bir edeble yetiştirmesidir. “ (Kenzü’l-ummâl,XVI, 417)

Tasavvuf ricali içinde “tasavvufu edebden  ibâret” olarak tarif edenler olduğu gibi, edeble tevhid arasında irtibât kuranlar da vardır. Nitekim el-Celâili el-Basrî der ki: Tevhid imânı, iman şeriatı, şeriat da edebi gerektirir. İmanı olmayanın tevhidi, şeriatı olmayanın imanı ve tevhidi; edebi olmayanın ise hem şeriatı, hem imanı ve hem de tevhidi tehlikededir.

Hasan Basri’ye sordular:

– İnsanların edeb bilgisi çoğaldı, fakat edeb azaldı. Edebin hem dünyada, hem ukbâda en yararlı olanı hangisidir? Hasan Basrî şu karşılığı verdi:

– Önce dinde ince ve derin bir anlayış sahibi olmak gerekir. Çünkü böyle bir anlayış taliplerin gönüllerini cezbeder. Sonra dünyaya değer vermemek lazımdır. Bu da Allah’a yakınlaştırır. Sonrada Allah’ın kul üzerindeki hakkını bilmek gerekir.

Hasan Basri hizmetteki edebi de hizmetten de üstün ve değerli görürdü. Cüneyd ise kulluğu edebe sarılmak olarak değerlendirir, azgınlık ve isyanı sü-i edeb sayardı.

Sehl der ki: Edeb nefsi bilmek ve onun saçmalıklarından kaçmaktır.

Zünnûn der ki:”Mürid edeble amel etmenin dışına çıkarsa geldiği yere geri döner.”

İbn Atâ der ki: Nefs sû-i edeb üzere yaratılmıştır. Kul edebe sarılmakla emrolunmuştur. Nefs tabiatı icabı muhâlefet meydanlarında dolaşır. Kul ise onu edebden nasib almaya zorlar. Nefsine muhalefet ederek onu hayra zorlamaktan vazgeçen  nefsinin dizginini salıvermiş, onu idâreden gafil düşmüş demektir. Edep iyi ve güzel şeylerle olmaktır. Gizli ve âşikâr Allah’a karşı muâmelenin edeb çerçevesinde olmasıdır. Böyle yapan edepli sayılır.

Herevî der ki: Edeb, düşmanlık ve yanlışlığın zararlarını bilerek taşkınlığa varmayan ve ezikliğe düşmeyen bir tavır içinde olmaktır.

Cerîrî edebin sınırının maiyyet-i ilâhiyye; yâni her an Allah’ın huzurunda bulunma duygusu ile olması lazım geldiğine işaretle der ki: Yirmi  yıldır tenhada bile ayağımı uzatmadım. Çünkü tenhada bile hüsn-i edebe riayet, edebin en güzel ve evlâ olanıdır.

Davut Taî anlatıyor: Yirmi yıl Ebû Hanife hazretleriyle birlikte bulundum. Bu zaman zarfında ne yalnızken, ne de yanında birileri varken başı açık oturduğuna ve ayaklarını uzattığına şahit oldum.

İbn  Mübarek çok ilimden ziyade, edebe muhtaç olduğumuzu söyler, arif için edebin lüzumunu mühtedi için tevbenin lüzumu gibi görürdü. Bu yüzden ilim için de önce edep lazımdır. Nitekim:

Ehl-i irfan meclisinde kıldın taleb

İlim en geridedir illa edep, ille edeb

Ebu  Hafs Haddad ile Cüneyd arasında geçen şu muhavere edebin batınî değerini göstermesi bakımından ilginçtir. Kendisini müridleriyle birlikte ziyarete gelen Ebu Hafs Haddad’ın müridlerinin edebi, Cüneyd’in dikkatini çekmiş ve demişti ki:

-Ya Eba Hafs müridlerinizi sultanların edebiyle  yetiştirmişsiniz. Cüneyd de şu karşılığı verdi:

-Onların zahirde gördüğünüz edebleri, gönüllerinden ve batınlarından yansıyan edebleridir. Çünkü suret siretin aynasıdır.

Ebu Nasr Serrâc eserinde edebi üç derecede incelemektedir;

a- Dünya ehlinin edebi; fesahat, belagat, şiir, sanat ve eğlence türünden edebi mahsullerdir.

b- Dindarların edebi; organları eğitmek, gönülleri temizlemek ve şer’i sınırları korumak nev’indendir.

c- İhlâs ehlinin edebi; kalp temizliği, ahde vefa, vakti ve hali korumaktır.

Edeb konusu üzerinde en çok ve en güzel söz söyleyenlerden biri de Mevlana Celaleddin Rumi’dir. O Mesnevi’sinde şunları söylemektedir:

“Ey Müslüman!  “Edeb nedir?” dersen bil ki edeb, edepsizlerin her işine ve kabalıklarına tahammüldür.”

Edebden nasibi olmayanlar, sadece kendisine kötülük etmiş olmaz. Belki edepsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur. Nitekim Kur’an buna işaret etmektedir. İsrailoğullarına zahmet, yorgunluk ve baş ağrısı olmadan gökten sofra iniyordu. Musa peygamberin kavmi içinde kendini bilmez edeb mahrumu birileri bu hali küçümseyerek: “Hani sarımsak, hani soğan, hani mercimek?” dediler. Bunun üzerine gökten inen sofra inmez oldu. Ekmek kesildi, bıldırcın eti ile kudret helvası bulunmaz oldu. Bu hale daralan Musa (a.s.) Cenâb-ı Hakk’a iltica ile: “İçimizdeki beyinsizlerin yüzünden bizi de helâk eder misin Allahım!” (el-a’raf, 7/155) dedi.

Lokman Hekim: “Edebi edepsizden öğrendim” demiştir.  Edeb de zaten edebsizlerin edebsizlik ve kabalıklarına tahammüldür. Bu yüzden şair demiştir ki:

Şâyed rastlamasaydık bizler edebsizlere

Affetmenin zevkini kim verirdi bizlere

Tasavvufî telakkide insanlara örnek olmanın yolu, ganî gönüllü olmaktan geçer. İnsan iyilik ve ihsanda bulunduğunun emiri, çekişip kavga ettiğinin ise esiri olur.

Ehl-i irfan meclisinde edeb, kurallara uymayı; resmî olmayı gerektirir. Ancak sevgi ve dostluk tam olduğunda dostlar arasında protokol anlamında edebin terkedilmesi de edebdendir.

Tasavvuf litaretüründe “edeB y hÛ” ifadesi edebin önemini vurgulamak ve muhatabı edebli olmaya çağırmak için kullanılır. Derviş edebinde Hakk’a aid bulunan ile halka aid olanları bilmek, kula aid olanı kula, Hakk’a aid bulunanı Hakk’a nisbet etmek durumundadır.

Edeb, elif, dal ve ba harflerinden oluşmaktadır. “Elif  eline, dal diline, ba ise beline sahip ol!”demektir.

Tasavvufi edebde bütün organların uyacağı edepler, makam ve meclise göre uygulanacak usuller vardır. Nitekim tasavvufi edebde içeri girip çıkarken kapı sert açılıp kapatılmaz. Hatta kapı kapanmaz çevrilir veya örtülür ya da sırlanır. Ayakkabıların burunları kıbleye yönelik olarak konur. Uyandırılmak istenen dürtülerek değil, yastığına hafifçe dokunularak “Âgah olun!” diye uyarılırdı ki uyuyan telaşla korkmasın. Yemek yerken ağız şapırdatılmaz, su içerken  ses çıkarılmaz, kahve ve çay içerken höpürdetilmezdi. Çay karıştırılırken çıngırak sesi gibi ses çıkarılmazdı. Bardak, tabak ve çanak gibi şeyler yere konurken ve alınırken yumuşak bir hareketle alınır ve konurdu. Gülmek kahkaha değil, tebessümdü. İnsana hizmet eden eşyalar da insan gibi muazzez ve değerli sayılırdı. Cansız varlıklara bile canlı muâmelesi yapılırdı. Ses ve gürültü ile çevreyi rahatsız etmek insanları tâciz sayılır; onları tefekkür, düşünce ve ibâdetinden alıkoyan hoyrat davranışlar görülürdü.

Tasavvuftaki edeb çizgisi aslında ihsân şuûrunun bir tezâhürüydü. Bu çizgiyi koruyan insanların ekoloji ve çevre açısından çok önemli bir fonksiyon icrâ ettikleri muhakkaktır. Konuşurken sesini alçaltmayı bile edeb sayan insan, arabasının sesiyle, radyo ve televizyon gibi âletlerin gürültüsüyle çevreyi taciz edemez. Çünkü cansızlara bile canlı gözüyle bakan hiçbir canlıyı incitemez.