Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Ebû Hâşim Sûfi

Altınoluk Dergisi, 1986 – Haziran, Sayı: 004, Sayfa: 023

Adı Osman bin Şüreyk, künyesi Ebû Haşim, nisbesi el-Küfî,şöhreti es-Süfî’dir. Bağdadlı olduğunu söyleyen rivayetler varsa da, aslen Küfe’lidir. Bu yüzden el-Küfî diye meşhurdur.

Zühd ve takva yolunu ihtiyar eden zahidlerin libası yün olduğundan ilimlerine de Tasavvuf denildi. Gerçi tasavvuf kelimesinin başka kelimelerden de türemiş olabileceğini gösteren rivayetler varsa da en kuvvetli ve vakıaya en uygun olan rivayet budur.

Ebû Haşim, sünnîve müteşerri bir süfîdir. Bu yüzden “Şîa” muhiti olan memleketi Küfe’den Şam cihetine hicret etmiş, Filistin’de Remle’ye yerleşmiştir Hasan Basrî, Malik bin Dînar ve Süfyan Sevrî ile muasırdır. Nitekim Süfyan Sevrî onun hakkında: “Ebû Haşim olmasaydı, riyanın inceliklerini kavrayamaz ve o beladan kurtulamazdım. Ebû Haşim’i görünceye kadar süfîliğin ne olduğunu bilmiyordum,” diyor.

İLK TEKKE

Remle’de kendisini seven halk, etrafında büyük bir kitle oluşturdu. Birbirlerini Allah için seven ve Allah için bir araya gelen bu topluluğa muttali olan devrin hristiyan emiri bir hankah yaptırdı ki bu, tasavvuf tarihimizde ilk tekkedir. Nefehat’ın beyanına göre hadise şöyle vuku buldu:

“Devrin hristiyan emiri ava çıkmıştı. Yolda iki kişinin birbirleriyle buluşup el sıkıştıklarını, oturup heybelerinde neleri varsa ortaya koyup beraberce yediklerini ve daha sonra vedalaşıp muhabbetle birbirlerinden ayrıldıklarını gördü. Bu iki kişinin birbirlerine olan muhabbetleri ve hüsn-i muameleleri hrıstıyan emirin çok hoşuna gitti.

Tecessüsünü yenemeyerek onlardan birini yanına çağırdı ve sordu:

– Yanından ayrıldığın kimdi?

– Bilmem…

– Peki buluşup görüşmenize sebep neydi?

– Hiçbir şey…

– O şahıs nerelidir, bilirmisin?

– Bilmem…

– Peki, birbirinize olan bu muhabbet ve ülfetin sebebi nedir?

– Bu bizim Allah için tuttuğumuz tarîkımız, yolumuzdur,

– Peki sizin toplanıp bir araya gelebileceğiniz bir yeriniz var mıdır?

– Hayır, yoktur.

– Sizin bu haliniz benim çok hoşuma gitti. Ben de sizin bir araya gelip görüşebileceğiniz bir bina yaptırayım, dedi ve rivayete göre Ebû Haşim ve talebeleri için Remle’de bir dergah yaptırdı.” Ebû Haşim es-Süfî, kibir ve riyadan çok korkar, şöyle derdi:

“Dağları iğneyle kazıp delmek, kalplerden kibri söküp atmaya nazaran daha kolaydır.”

Dünya hakkında şunları söylerdi: “Dünya saraylardan ve kasanelerden ahiret ise kulübelerden olsa yine de ebedî oluşundan dolayı ahiret dünyaya tercih edilmeye layıktır.” “Allah Teala, Hakk’ın rızasını murad edenlerin dünyaya rağbet etmeden, ondan yüz çevirerek sadece kendisine itaat etmeleri ve marifet erbabının da dünyadan tiksinip ahirete iştirak duymaları için dünyayı “vahşet” sıfatı ile damgaladı.”

Ebû Haşim Süfî, edeb ve terbiyede ehline ve müridlerine örnek olmaya çalışır şu esastan hareket ederdi. “Kişinin hüsn-i edebe riayeti ehlinin ve yakınlarının terbiyesine vesiledir.”

BÜYÜK BELA

Mansür Ammar ed-Dımaşkî der ki:

“Ebû Haşim es-Sufî’ye ölüm hastalığında sordum:

– Kendini nasıl hissediyorsun?

– Bir büyük belada; fakat mihr-u muhabbet beladan daha büyüktür. Yani bela, her ne kadar büyükse de muhabbet belası ondan daha büyüktür. Bu yüzden içinde bulunduğum acıyı -muhabbet-i ila-hiyye sebebiyle- hissetmiyorum.”

Ebû Haşim Süfî, adını ve yolunu yadigar bırakarak h. 150/777 m.’de Sevgilisi Yüce Mevla’ya kavuştu.

-Rahmetullahi aleyh-

KAYNAKLAR: Abdurrahman Camî. Nefehatü’l-üns; Lamî, Nefehat Terc. Dr. M. Celal Şeref. Dirasat fit-Tasavvufi’1-İslamî,İskenderiye 1983. 99-108 Mustafa es-Şîbî es-Sıla beyne’t-tasavvuf ve’t-teşeyyu; Zeki Mübarek. et-Tasavvufu’l-İslamî; Isfahan; Hılyetü’l-evliya. X 225 İbnu l-Cevzî Sıfatu’s-safve. II 173